Yerinde duramaz, seyahatperver bir insansanız; çocuklu hayat mobilize yaşamın bir süreliğine stabil hale gelmesidir bilesiniz. Bir kere "40' ı çıkmak" diye bir terim var. İlk kırk gün doktor dışında bir yere pek gidilmiyor. Anne zaten lohusada, memeler süte alışmaya çalışıyor. Çocuklar el kadar, bizim eller acemi. Huyunu suyunu bilmediğimiz iki insancık, üşür mü, terler mi, daralır mı, araba mı tutar?
O ilk 40 gün pek de insanın aklına sokaklar düşmüyor aslında. Ev zaten olmuş Harlem, bir dünya insan, her kafa bir ses, bezler, battaniyeler, dereceler, emzirme sütyeni, kocaman göbek, gelen giden ve getirdikleri çeyrekler, çocukların ödemi atıp kilo vermesi, emmeye başlayıp kilo alması...
Ve bu gezinin de motivasyonu ile 3,5 aylık ikizlerimizle, o zamanlar Marmaris' te yaşayan anneannelerine gitmeye karar verdik. Biz eski biz olsak heheeeyt, açardık camları, açardık müziğin volumünü, tek bir molada yer içer, türk kahvemizi de eksik etmez, 2-3 saatte girerdik Marmarise. O zamanlar tatlı bir VW Polomuz var, bir de hırsız olduğu sonradan tescillenecek olan tombiş bir bakıcı kızımız. Araba ağzına kadar dolu, çocukları salıncakta uyutuyoruz o sıralar. Risk alamadık, salıncakları da demonte edip attık arabaya, bezler, ıslak mendiller, 5 güne ellibeş kat giysi, giysi dediğimiz el kadar tulumlar. İki puseti arka iki koltuğa bağlıyoruz, ortaya bakıcımız geçiyor. Kızın ( çalıp çırpmasa kızcağız derdim) kıçı zor sığıyor, yanları morardı dar alanda. O dar alana girebilmek için bir de ön iki koltuğun arasından atlamak gerekiyor. Bir o, bir ben devralıyorum nöbeti. Bir süre 15 dakikada bir, sonra yarım saatte bir mola vererek uzun bir yolculuk sonu varıyoruz Marmaris' e.
İnsan ne zaman plan yapmaz, beklentiye girmez ise şans o zaman gülüyor. Bu benim tezim ve sanırım Murphy' nin de. Yani arasın diye bekledikleriniz aramaz ama ne zaman ki aklınızda "evde jöle kalmadı"fikri ve günün gazetesi ile tuvalete girseniz çalar telefon. Ya da dinlenmek için gidilen her çocuklu tatil yorgunluktan bayıltırken, anneannesi ya da babaannesi mutlu olsun diye çıkılan tatiller ilaç gibi gelir insana . Bu da öyle oldu. Bizim çocukları annemlere ya da bakıcıya bırakma gibi bir fikrimiz katiyen yoktu. Aklımıza bile gelmemişti bu olasılık. Ama tatilin ilk sabahı, Marmaris' te rahat gezebilmek için ve bütün yaz lazım olacağını düşünerek bir ikiz arabası almak için çarşıya çıkalım dedik. İki adet tekli bebek arabamız vardı ama bir hesap hatası sonucu bagaja kesinlikle sığmıyorlar, kritik açı ile sığdırabildiğimizde de bagaja fazladan bir mendil bile girmiyordu. O sebeple o arabalarla ilişkimiz başlamadan bitti. Mesela bir fotoğraf koyayım dedim ama bir tane bile bulamadım. Neticede niyetimiz hepbir çarşıya gitmek, bir araba alıp onunla eve dönebilmek. Annem dedi ki; bu sıcakta çocukları çıkarmayalım, yeni emzirdin nasıl olsa, 2 saat sonra uyuyacaklar. Biz oyalarız, acıkırlarsa mama veririz. Siz sakin sakin alıp gelin. Ahanda! 3,5 ay sonra kollarımı sallayarak dışarı mı çıkacağım? Çocuklar ağlamaktan fıtık olurlar, annem aklını kaybeder, bakıcı annemleri soyar çocukları kaçırır ve aslında bütün bunları söylersem bana terapist aranmaya başlanır. O sebeple birşey demedim. Olur dedim, içim pır pır, koşar adımlarla Marmaris çarşıya yöneldik.
Ertesi akşam, annem -yüce insan- dedi ki, "haydi çocukları emzir, biz uyutalım da siz karı koca başbaşa bir çıkın gezin, kaç aydır hapsoldunuz eve." İnanamadım bu fikre. Olur mu olur. Koşarak gittik gene çarşıya, çok da yer aramakla vakit kaybetmedik. Barba my friend diye bir Yunan lokantasına oturduk. Masmavi tahta sandalyeler, balık ağlarından dekor, inanılmaz güzel bir müzik, taze balık, deniz börülcesi, kalamar, yeşil efe. Birbirimizin gözlerine bakmaya vakit bulamamışız aylardır, bütün seni seviyorumları çocuklarımıza kullanmışız, iltifatlar hep bebeklerin kilo alışına harcanmış, o gece hasret giderdik aşkla. İki kişi olduğumuzu hatırladık herşey gaz ve toz bulutuyken daha, aşk bize sığmadığı için, taşanlar ziyan olmasın diye çocuk yaptığımızı anımsattık birbirimize.
İlk 40 gün bir şekil geçiyor hatta ilk 2 ay, 3 ay nispeten rahat. Babaanne ve Hala ziyaretleri dışında çocuklarla ilk kez dışarı çıkışımız Bostanlı sahile inmemizdi. İkisi de durmadan ağlamışlar, iki kucakta iki bebek, ayaklarla da bebek arabalarını ittire ittire otomobilimize dönmeye çalışmıştık. Ve evde kara kara düşünmeler. Ne edeceğiz bundan sonra?
Çocuklarla ilgili her olumsuzluk gibi bu da çabuk unutuldu ve büyükanneye gitmeyi denedik.Anneannem Manisa' nın Saruhanlı ilçesinde yani aslında 1 saat sürmeyen bir mesafede ama biz bunu da şehirlerarası saydık. Ocak 24 de doğan Nisan ve Güney' i nisan ayının ilk günlerinde büyükannelerine götürdük. Bahar havası, bahçeli evin tatlı esintisi çarptı çocukları ve 2 aylık ömürlerinde hiç olmadığı kadar uyudular pusetlerinde.Ve bu gezinin de motivasyonu ile 3,5 aylık ikizlerimizle, o zamanlar Marmaris' te yaşayan anneannelerine gitmeye karar verdik. Biz eski biz olsak heheeeyt, açardık camları, açardık müziğin volumünü, tek bir molada yer içer, türk kahvemizi de eksik etmez, 2-3 saatte girerdik Marmarise. O zamanlar tatlı bir VW Polomuz var, bir de hırsız olduğu sonradan tescillenecek olan tombiş bir bakıcı kızımız. Araba ağzına kadar dolu, çocukları salıncakta uyutuyoruz o sıralar. Risk alamadık, salıncakları da demonte edip attık arabaya, bezler, ıslak mendiller, 5 güne ellibeş kat giysi, giysi dediğimiz el kadar tulumlar. İki puseti arka iki koltuğa bağlıyoruz, ortaya bakıcımız geçiyor. Kızın ( çalıp çırpmasa kızcağız derdim) kıçı zor sığıyor, yanları morardı dar alanda. O dar alana girebilmek için bir de ön iki koltuğun arasından atlamak gerekiyor. Bir o, bir ben devralıyorum nöbeti. Bir süre 15 dakikada bir, sonra yarım saatte bir mola vererek uzun bir yolculuk sonu varıyoruz Marmaris' e.
Ben bakıcının "sığamadım" dediği alanda bebek emziriyorum sırayla, bir Polo ön koltuğunda alt açma bezi sermiş alt alıyorum, puset terletiyor, arabayı sağa çekip, o dar alanda daha kafayı doğru dürüst tutamayan kuzuların üstüne değişiyorum. Ve hiçbirşeyi atlamıyoruz bakımda, pişik kremini de sürüyoruz, d vitaminini de veriyoruz çocuklara.
Marmaris' vardığımızda kuzular gecenin ve arabanın verdiği sersemlikle uyumuşlardı. Annemle babam iki tekli koltuğu birleştirip yatak yapmışlar, onunda yanına ikili kanepeyi dayamışlar; iki adet aşırı korunaklı yatak elde etmişler. Hatta anneanne ve dede olmanın da coşkusu ile abartmışlar, koltukların dibine pamuk yataklar serilmiş, benim ve kardeşimin bebeklik çarşafları, pikeleri serilmiş, marmaris' te edindikleri arkadaşlardan oyuncaklar anakucağı ödünç alınmış. Çocukları yatırıp, annemin şımartma menüsü zeytinyağlılarını atıştırıp, şükürlerle yatağa atıyoruz kendimizi.
İnsan ne zaman plan yapmaz, beklentiye girmez ise şans o zaman gülüyor. Bu benim tezim ve sanırım Murphy' nin de. Yani arasın diye bekledikleriniz aramaz ama ne zaman ki aklınızda "evde jöle kalmadı"fikri ve günün gazetesi ile tuvalete girseniz çalar telefon. Ya da dinlenmek için gidilen her çocuklu tatil yorgunluktan bayıltırken, anneannesi ya da babaannesi mutlu olsun diye çıkılan tatiller ilaç gibi gelir insana . Bu da öyle oldu. Bizim çocukları annemlere ya da bakıcıya bırakma gibi bir fikrimiz katiyen yoktu. Aklımıza bile gelmemişti bu olasılık. Ama tatilin ilk sabahı, Marmaris' te rahat gezebilmek için ve bütün yaz lazım olacağını düşünerek bir ikiz arabası almak için çarşıya çıkalım dedik. İki adet tekli bebek arabamız vardı ama bir hesap hatası sonucu bagaja kesinlikle sığmıyorlar, kritik açı ile sığdırabildiğimizde de bagaja fazladan bir mendil bile girmiyordu. O sebeple o arabalarla ilişkimiz başlamadan bitti. Mesela bir fotoğraf koyayım dedim ama bir tane bile bulamadım. Neticede niyetimiz hepbir çarşıya gitmek, bir araba alıp onunla eve dönebilmek. Annem dedi ki; bu sıcakta çocukları çıkarmayalım, yeni emzirdin nasıl olsa, 2 saat sonra uyuyacaklar. Biz oyalarız, acıkırlarsa mama veririz. Siz sakin sakin alıp gelin. Ahanda! 3,5 ay sonra kollarımı sallayarak dışarı mı çıkacağım? Çocuklar ağlamaktan fıtık olurlar, annem aklını kaybeder, bakıcı annemleri soyar çocukları kaçırır ve aslında bütün bunları söylersem bana terapist aranmaya başlanır. O sebeple birşey demedim. Olur dedim, içim pır pır, koşar adımlarla Marmaris çarşıya yöneldik.
İlk bulduğumuz ikiz arabası hoş ve ucuzdu ama bize nasıl yapıldığını öğretmek için dükkan sahibi arabayı kapattı ve bir daha da açamadı. Gene de bir ümit 1 saate yakın orada uğraştık. En sonunda adamcağız " ya bu olmayacak, zaten ola ki açtık, siz bu şeyi nasıl kullanacaksınız?" dedi ve biz 2 katı parayı biraz düşünerek chicco' daki ikiz arabasına verdik. Ki koca seçimimden sonraki en doğru kararımdır.
Eve taksi ile döndük. Delice çarpıyor kalbim. Bir de baktık, kuzu kuzu uyumuş kuzular. Annem bir plastik havuz şişiriyor.Uyanınca çocukları salonun ortasında içine sokacağız. Evin içine soktuk arabayı. Denedik salonun ortasında. Çocuklar uyandı. Özlemiştim iki saatte. Emzirdim, yıkadık
, oynadık, bebek arabası ile dışarı çıkardık.
Çınar mıydı adı oksijen deposu bir yere götürdü annemler bizi. Çocuklar sanki bir İsveç çocuğu, bir Amerikan evladı, tık demediler. Öyle huzurlu, şaşkın, mutluydular.
Eve döndük yorulmadan, yıpranmadan, bir ara babam kaybolmuştu biz evde çocukları uyuturken. Bir de baktım taze balık, soğuk rakı, soğuk mezeler. telsizler kuruldu, ilk emzirme 3 saat sonra filan olur iyimserliği ile iki yudum rakı içtim. Çocuklar 21.00 de uyudu ve 01.30 a kadar mık demediler. O zamana kadar ki en iyi skordu bu.
Ertesi akşam, annem -yüce insan- dedi ki, "haydi çocukları emzir, biz uyutalım da siz karı koca başbaşa bir çıkın gezin, kaç aydır hapsoldunuz eve." İnanamadım bu fikre. Olur mu olur. Koşarak gittik gene çarşıya, çok da yer aramakla vakit kaybetmedik. Barba my friend diye bir Yunan lokantasına oturduk. Masmavi tahta sandalyeler, balık ağlarından dekor, inanılmaz güzel bir müzik, taze balık, deniz börülcesi, kalamar, yeşil efe. Birbirimizin gözlerine bakmaya vakit bulamamışız aylardır, bütün seni seviyorumları çocuklarımıza kullanmışız, iltifatlar hep bebeklerin kilo alışına harcanmış, o gece hasret giderdik aşkla. İki kişi olduğumuzu hatırladık herşey gaz ve toz bulutuyken daha, aşk bize sığmadığı için, taşanlar ziyan olmasın diye çocuk yaptığımızı anımsattık birbirimize.
O gece, bu ilişkinin ve çocuklu hayatın en az 5 ayının redbull' u oldu. Ve aklıma "keşke fotoğraf makinasını da alsaydık" cümlesi gelmeyen anısını kağıda aktaramadığım nadir anlardan da biri olarak kaldı.
Ertesi gün öğlen uykusu zamanı, annemden bu sefer de "siz koşa koşa bir denize girip gelin, bir daha fırsat olur ya da olmaz, bir ıslanmadan dönmeyin" fikri ile geldi. Ama Marmaris sahil pek iç açıcı değil, her yer ingiliz, sahil hepten cafe-bar. Bir gün önce gözümüze ilişen bir aquaparkta bulduk kendimizi. Çantayı kenara atıp, koştuk kaydıraklara. Durup dinlenmeden, n tane basamağı çıkıp koyveriyoruz kendimizi aşağıya, sonra 7 yaş coşkusu ile bir daha kaydırağa, sonra bir daha. Takribi 1 saat kadar sonra, kaydırak başında, simitleri tutan görevli genco dedi ki "abi bişey soracam, siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? ben sizi izlerken öldüm yorgunluktan" lafa tutma kardeş dedik, yarım saatimiz kaldı, 15 kere daha kayıp hemen kaçmamız lazım, çocuklar uyanacak ve memeleri klordan arındırmamız lazım.
O tatil, kocaman bir "başardık" hissidir. Çocukları evde bırakıp da dışarı çıktığımız ilk ve son tatildir. Aklımda tek bir tasa anısı bırakmayan nadir tatillerdendir. Daha da güzellerini yaşayacağımıza dair umut dopingidir. Şu güne kadar sayısız kez, uçağa, hızlı feribota, normal feribota, dolmuşa, otobüse,metroya, her marka arabaya çocuk bindirebilmemizin mihenk taşıdır.
Marmaris ile ilgili aklıma gelenler o güne kadar "English breakfast, Steak with mushrooms 25 €, Gucci, Armani, Dolce Gabbana t shirts 3 for 10 $" iken şimdi hep fonda Yunanca bir şarkı, Hanımeli kokusu, ışıklı liman görüntüsü, kızarmış ekmek kokusu ve en yakın arkadaşım en büyük aşkım çıkarsamasıdır.
Barba my friend, Güney' in rakısına buz atacağım, Nisan' ın boynuna tezgahtan gümüş nazarlık takacağım günlere kadar varolman dileğimle. Bir resim kadar renkli ve kulaklığımda çalan bir müzik kadar canlı ve fişsizsin hala anılarımda.
5 yorum:
Efendim, gıptayla, hayranlıkla takip ediyoruz blogunuzu ve elbet Nisan ve Güney'i..
Ayrıca bu ne büyük evlat sevgisidir ki iki insan kendini bile es geçip blogunun dahi adını "Nisan ve Güney" yapıyor..
Budur ebeveynlik, dedirtiyor insana.
Öperim her ikisini de tatlı yanaklarından=)
Daha gezi yazısı isteriz, bir tek bununla kalmasın! :)
Daha bu çok gezi yazmak istiyorum. Çocuk sebebi ile eve tıkılan bir sürü insan tanıyorum. Dünyanın en panik kişisi olarak ben bile,en aceleci insanı olan Erdem bile başarıyor ise herkes yapar. Şimdi de gezmekten zevk alıyorlar ama ileride eski resimlere bakıp "anne oha, 1,5 yaşında Çemişgezek'e mi götürdünüz bizi?" desinler istiyorum. Galiba çocuğuna çılgınlığını ispatlama sendromuna yakalanmış bir ebeveynim.Hımmm evet bunu da şu an yazarken farkettim:)
Bu arada blogun adını başka bir şey koysaydım herkes "bu ne be habire Nisan ve Güney anlatmış, bari blogun adını nisanguney koysaymış derdi bence. Öyle mi deil mi?:))
"E biz buraya yorum ekleyebiliyormuşuz." Teknolojiden bihaber hayranınız konuştu :)
Aslında önceden yazdıklarımı tekrar etmekten başkasını yapmayacağım. Siz hep birlikte, çocuklarınızla ve aşkla kalın.
Bir de şey var işte ; o rakı masasında anne- babamla oturabilmek isterdim. Belli ki ebeveynlerinizden aldığınız sevgiyi ziyan etmeden, incitmeden evlatlarınıza taşıyorsunuz.
Var olun... Sevgiler.
daha sık güncelleyin üleynnnnn!
Yorum Gönder