Hayat ufak ufak gerçek yüzünü gösteriyor yaş daha büyük sayılara evrildikçe. Hayal kırıklıkları, başarısızlıklar, mağlubiyetler ilk yıllarda ne kadar da yok. Bir kıyaslama daha gelsin, bizim neslimizde ilkokul bitene kadar yeteneklerin-ilgilerin farklılaşması yoktu. Karnesinin çoğu pekiyi olan herkes 10 yaşına kadar eşit başarılıydı. Şimdi işler çok karıştı.
Hayat diyorduk, yarış diyorduk. Güney yarışı çok sever, yendiği sürece. "Hadi baba şu ağaca kadar koşalım, ilk gelen kazanır.", "Sinirli kuşlar'da kaç yıldız aldın?" "Bir el şakabanka patlatsak mı?", "Hadi minyatür kale maç, 5'te devre 10'da biter." cümleleri Güney'indir. Ne zaman ki minyatür kalede skor Güney aleyhine 6-1 olur, koşuda fark açılır, şakabanka'da sermaye tükenir Güney kıvranır. Oyunu bozmak ister, bitince bir daha oynayalım der, maçı 20'ye uzatır. Uğraşır da uğraşır. Bu hırsla kazanır da, kolay kolay kaybetmez. Kazanma ihtimali olmayan oyuna girmez. Oyun kazanmak içindir. Eğlenmek, kazanmanın yanında ne kadar da naiftir?
Nisan ise genelde girmez rekabete. Önemli olan yarışmamaktır onun için. "Siz oynayın ben yarış sevmiyorum" der. Yense de yenilse de aynı olgunlukta, aynı asaletle terkeder oyunu. Zaten bu dünya fazla gerçektir Nisan için. Hele ki fiziksel bir oyunun, reel skoru Nisan'ın hayal gücünde herhangi bir renge karşılık gelmez. Şakabanka oynarken (Ne Şakabankaymış arkadaş, çok güzel bir oyun da değil hani :) çaktırmadan Güney'e fazla para verir. Kazı Kazan oynar, çıkmayınca, satan adam kazandı diye mutlu olur. Kazanılacak oyun oyun değildir Nisan'a. Kazanma ihtimali bile sıkıcı ve gergindir. Şu video çokça dolanıyor, izledikçe Nisan'ı görüyorum l'equip petit'in ilk onbirinde.
Oyuna ve kazanmaya iki pencereden nasıl farklı bakılabildiğini görüp seviniyorum ailemdeki rengarenk tavra.
1 yorum:
Bunun Ayşen'le Erdem versiyonunu da isterik:)
Yorum Gönder