9 Nisan 2012 Pazartesi
İncir Ağacı
O kadar çok teşekkür ediyorum ki hayata Santralİstanbul'a yakın bir evde yaşamamızı sağladığı için. İstanbul'un merkezinde bu kadar güzel bir yer olduğunu bilmiyor olamazsınız. Bilmiyorsanız da öğrenmeyin, dinginliği ayrı güzel.
Üç yıldır balkondan çok konser dinledik, sıkıldığımızda koşarak indik çimenlere, kimi festivalin sesini duyup da sonradan katıldık. Bir arkadaşım, az buçuk metafizikle de ilgilenir kendisi, "Burada çok uzun yıllar çok mutlu aileler yaşamış sanırım, inanılmaz bir elektrik hissediyorum" demişti ilk gidişinde. Doğruymuş, bir elektrik santraliyken lojmanında aileler kalırmış. Yaşamadıysak da, yüzküsür yıl sonra bir mutlu aile olarak biz de çok şey aldık Santral'den, çok şey de kattık eminim.
Nisan, Santralİstanbul'a her gidşimizde çimenlerin ortasında yapayalnız duran incir ağacına koşturur. Nisan çok seviyor o ağacı. Her bir dalını tanıyor, gidiyor okşuyor onları. Kendini taşıyabilecek dallara tutunup atlıyor. İncir ağacını özlüyor. Her mevsimini; kuru dallı sonbaharını, karlı kışını, tomurcuklu ilkbaharını, meyve dolu yazını seviyor. Nisan'ın bu dünyada en sevdiği canlılardan biri o ağaç. Biz de aileden birisi gibi biliyoruz, incir ağacımız o bizim.
Geçenlerde Nisan her bir dalını ezberlediği ağaca rica minnet Güney'i tırmandırmış. Güney dala tutunup sallanacak ve çimlere atlayacak. Ki Güney hiç bir zaman Nisan kadar gözü kara değildir. İki koluyla tutunmuş ama ne geri dönecek gücü kalmış, ne boyundan yüksek yerden çime atlayacak cesareti. Okulun öğrencilerinden birisi koşarak gelir ve der ki:
"Çok tehlikeli orası, düşersin."
Nisan hışımla iner çok güvendiği incecik üst dallardan, azarlar üniversiteliyi, ne kardeşini ne de ağacını incitmeden itinayla seçer sözlerini.
"Napıyorsun sen? Biz burada çocuğa özgüven kazandırmaya çalışıyoruz!!!"
Çünkü Nisan bu dünyaya ait değil, eminim bundan. Bildiğimiz, gerçek dünyayı genelde reddediyor. Başarmak, kazanmak güç umrunda değil. Nisan ağacıyla mutlu. Ve bu doğal haliyle hepimizi büyülüyor Nisan. Tüm insanları, insanlığı. Umrunda olmadığı gücüyle etkisi altına alıyor herkesi, kavalcının peşinden koşan fareler gibiyiz Nisan'sa eğer sözkonusu olan.
Daha bu hafta sonu, sayamayacağım kadar güzel arkadaşla birlikte serilmiştik çimlere. (Hadi sayıp bir de selam göndereyim Ebru, Hasan, Ege, Sevgi, Mete, Rana, Mina, bizim Ayşen, bizim Güney ve bir de eksiğimiz küçük Güney'e) Onlarca çocuk çimlerde top oynuyor, bisiklet, scooter biniyor, koşturuyorken bir başına tırmandı Nisan ağacına. Hepsi oradaydı ama, ne incir ağacı bunun farkındaydı ne de çocuklar. Ne yaptı nasıl hipnotize etti bilmiyorum, onuncu dakika dolmadan bütün hepsini topladı Nisan ağacın başına. Görmedikleri ağacını gösterdi. Orda olmayan çocuklar bile duydu geldi, Nisan'ın ağacına tırmanmaya-onu sevmeye.
Nisan ağacını sevdi, çocukları sevdi. Ağacını çocuklarla tanıştırdı. Olduğu gibi durdu Nisan, ağaç olduğu gibi durdu. Ama dünya Nisan'dan sonra hiç aynı olmadı.
Benim kız da böyle. Gerçi ben öyle olması için çok uğraştım :) Benimki ağaca tırmanacak cesarette değil henüz. Ama sürekli taşla, toprakla, kumla, çiçeklerle, karıncalarla, kozalaklarla, yapraklarla oynuyor. Diğer çocuklar salıncakları bırakıp benimkinin oyununa dahil oluyorlar.
YanıtlaSilUmarım kaybetmezler bu özelliklerini.
ikizlerime hamileyken bir arkadaşın tavsiyesiyle okumuştum sizi. birkaç günde tüm blogu bitirmiştim. yeni yazı var mı diye sık sık kontrol ederdim.sizi okurken kendi bebelerimi hayal etmiştim. şimdi doğdular. kocaman oldular. ben de onların hikâyelerini yazıyorum. sizi de beklerim www.birkizbiroglan.com
YanıtlaSilsevgiler
secce