tag:blogger.com,1999:blog-15111324850846785462024-02-19T14:07:09.465+03:00Nisan ve GüneyGodfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.comBlogger81125tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-58078633108385254492013-08-12T12:36:00.000+03:002013-08-12T12:36:04.092+03:00Bir Hikayeyi Yaşamak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisvMvlPWQO_BqbTh86woTj4jo2T0Cjdq5Hc95reOmZxjBIskSkroIq-RTT-7ybiEB6nBhTOPTAuEUQgjfTmUPd06NtRdddR8hWNVRJ-ldtye4kGtwyrtQTcg8FJj30wUpAeaTiAVV7LPw/s1600/IMG_0726.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisvMvlPWQO_BqbTh86woTj4jo2T0Cjdq5Hc95reOmZxjBIskSkroIq-RTT-7ybiEB6nBhTOPTAuEUQgjfTmUPd06NtRdddR8hWNVRJ-ldtye4kGtwyrtQTcg8FJj30wUpAeaTiAVV7LPw/s320/IMG_0726.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyJXfrjsAD3jxYYLAbDstx1t6XIrFC8rbTEdTmd9AjgU5YuFEKW3FZtxKPZiueuQyeRPl8m5ooUBXUUEcsnWU8uzn4LLSNzJh7vL2T_muOBxpXnf7MnyuLSHJ-0jKGH1fZqTPtgGaZSjY/s1600/IMG_0744.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyJXfrjsAD3jxYYLAbDstx1t6XIrFC8rbTEdTmd9AjgU5YuFEKW3FZtxKPZiueuQyeRPl8m5ooUBXUUEcsnWU8uzn4LLSNzJh7vL2T_muOBxpXnf7MnyuLSHJ-0jKGH1fZqTPtgGaZSjY/s320/IMG_0744.JPG" width="320" /></a></div>
Erdem Şenocak hayattaki en eski dostlarımdan. Yirmiküsür sene önce aynı sırayı paylaştığım, birlikte çok güldüğüm, dönem dönem göremesem de hep haber aldığım cinsten. Hani bu kadar yılın üzerine diyebilirim ki, ne yaparsa iyi yapanlardan. Başta bir kere resmi ağız kullanıp isim-soyad yazdım ama kendisi benim için lakabı, gülen yüzü, üslubuyla Şen'dir. Bunca yıldır Şen dedim, bundan sonra da öyle diyeceğim.<br />
Şen, uzun süredir <a href="http://www.seyyarsahne.com/index.php">Seyyar Sahne</a>'de tiyatro yapıyor. Özellikle tek başına sergilediği Oğuz Atay'ın <a href="http://www.seyyarsahne.com/toy_main.php">Tehlikeli Oyunlar</a>'ı yaygın bir çevre için bir fenomene dönüştü. Şen, sesi-bedeni-hareketleri-salıncaklarıyla iki saatten uzun bir performansla binlerce kişiyi büyülüyor uzun süredir.<br />
Seyyar Sahne, iki yıldır çalışmalarını yeni bir boyuta taşıdı ve Şirince'de kocaman bir arazide <a href="http://www.tiyatromedresesi.org/TR/">Tiyatro Medresesi</a>'ni kurdu. Tiyatro, sahne sanatları, edebiyat, müzik alanında üretimi, söyleyecek sözü olan bir çok insanın artık yaz planında bir yerlerde Şirince'den geçmek var. Komşusu olduğu Ali Nesin'in Matematik Köyü ve Tiyatro Medresesi'nde soluduğum ortak hava şu. Dünyayı yaşanabilecek bir cennete çeviremiyorsan (dönem dönem denemekle birlikte tam başardığımız söylenemez) o zaman dönüştürebileceğin büyüklükte bir alanda bir cennet yarat.<br />
İki yıldır yolumuzu bir şekilde düşürüyoruz Tiyatro Medresesi'ne. Bu yıl da Nazlı Çevik'in düzenlediği <a href="http://www.tiyatromedresesi.org/TR/?p=415">Hikaye Anlatıcılığı Atölyesi</a>'ne katıldık. Zaten Şirince gibi, kimilerine göre kıyametin dahi dokunmayacağı bir köşesinde dünyanın, zeytin ağaçları ve müthiş medrese mimarisiyle bir aradayken etkileniyor, içinde biriktirdiğin ne varsa sanata dönüştürmek için çıldırıyorsun. Bu atölyeye de binbir beklenti, biniki heyecan, bir kaç yakın dost ve Nisan&Güney ile koşa koşa gittik Temmuz başında.<br />
Birinci sınıftan mezun, okuma-yazmada ileri seviye, hareketlilikte uzman Nisan ve Güney'in, neredeyse sonsuzluğun ortasında, katılımcılarının yaş ortalaması kendilerinin üç katı yaşta bir insan grubuyla dört günlük performansından çok da emin olamadık gitmeden önce. Çocuk bu, sıkılmasın? Ama Nazlı'nın kurguladığı atölye o kadar çekiciydi ki, Nisan ve Güney de 16 kişilik ekibin bir parçası olup neredeyse tüm çalışmalara katıldılar bizimle. O kadar heyecan vericiydi ki Ege sıcağının göbeğinde gölge ve çimen kokan, sanki yüzyıllar öncesinden gelen bir tarihi andıran bir ortamda 7 yaşındaki çocuklarımla gözü kapalı resimler boyamak, dinleyiciyi kalbinden yakalayacak kelimeler arayıp, kimi zaman da kan-ter içinde zıplamak. Tadı damağımızda kaldı.<br />
Üreten insan güzelleşiyor. O kadar çok kişiden, o kadar güzel hikayeler duydum dört gün içinde; o kadar az uyumak istedim ki.(Peki, çadırlarımız biraz güneş alıyordu zaten erken kalkıyorduk.)<br />
Nisan bir köşede hayallerini anlatır, Güney öbür köşede üniversiteli arkadaşlarıyla sohbet eder. Bakarsın zeytin ağacının dibinde yavru kedileri Zeytin ve İncir'e yuva yaparlar, Güney çim alanda futbol figürleri sergiler, Nisan hep birlikte hazırlanan yemeğin sofrasını düzenliyor. Şirince karanlığında teleskopla yıldız mı izlemedik, medreseye giden yoldaki taş duvarın kertenkelelerini mi saymadık? Dört günde, dört ömürlük hikaye anlattık, dinledik, yaşadık.<br />
Biz Ayşen'le çok dost edindik, Nisan ve Güney çok büyüdü. Çok okudu, yazdı, çizdi, öğrendi. Hikayeler anlatıla anlatıla dünyayı değiştirdi.Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-5836456487939298412013-02-27T23:02:00.002+02:002013-02-27T23:02:25.485+02:00Bir Kenara Yaz <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPaML8XawKKQcgmH_kRn9hEBX6XJkC-LYiXytsltqEpsg0rWSuNo7N4szGGUZYWD_CANro7LnkT4kf93nH9y1Qw1kI1ZUruwP5sevDI4Yuya2W9rw5isUXxeRejtpnoPE69hRMk5k79Z8/s1600/IMG_3842.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPaML8XawKKQcgmH_kRn9hEBX6XJkC-LYiXytsltqEpsg0rWSuNo7N4szGGUZYWD_CANro7LnkT4kf93nH9y1Qw1kI1ZUruwP5sevDI4Yuya2W9rw5isUXxeRejtpnoPE69hRMk5k79Z8/s320/IMG_3842.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmPCU5-eRKmBpNJW5oU4_KMhUGnBuVgU8jPson1bgOnwzm7KT9rf4DSFo1sGaWMCuM2jO8565lYsTyPuyVYxlO7wlA5NG5iwBm0wqbe47D15Pg8dXWQI6qjUcfXNIHg9uQk_Lv3H29jxc/s1600/IMG_3843.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmPCU5-eRKmBpNJW5oU4_KMhUGnBuVgU8jPson1bgOnwzm7KT9rf4DSFo1sGaWMCuM2jO8565lYsTyPuyVYxlO7wlA5NG5iwBm0wqbe47D15Pg8dXWQI6qjUcfXNIHg9uQk_Lv3H29jxc/s320/IMG_3843.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
Ne zormuş sıfırdan birisinin öğrenmesine şahit olmak, ne kadar da mucizevi. Vücudumuz, elimiz, dilimizle ne kadar da ince hareketler yapıyormuşuz, ne çokmuş bunun sayısı. Elin doluyken poponla kapı kapatmayı, oturmadan önce masa ve sandalye arasındaki mesafeyi doğru ayarlamayı, çorba içerken kaşığın altından damlamasın diye kaşığı hafifçe kasenin altına sıyırmayı, duş alırken sıcakla soğuk arası o nefis dengeyi sağlamak için armatürle ince ayar yapmayı bir çocuğa tarif etmek nasıl da mücadele işiymiş. İlk 6 sene, Nisan ve Güney'e fiziksel olarak öğretebildiklerimiz insanın doğaya ve yerçekimine karşı savaşının ince taktikleriydi. Duygusal boyutu, insan sevgisini, saygıyı, güveni, cesareti, nezaketi, adaleti, merhameti saymazsak. Saygıyı öğretirken Behzat Ç'deki Ercüment manyağına hak verdiğim anlar oluyor, dünyadaki saygısızlığın boyutunu gördükçe. Ne mallar var, bunların gerçekliğini nasıl anlatırsın o pürüzsüz duyguların sahibine? Ben ne kadar öğrenmişim ki, haddimi aşıp başkasına anlatayım. Bambaşka bir konu.<br />
<br />
Fiziksel ve duygusal boyutun yanında, okulla birlikte (ki günümüz çocukları bir şekilde 3 yaşından itibaren okullu oluyor) beyinsel öğretiler girdi hayatımıza. Renkleri, hayvanları öğrendiler, resim yapmayı. Sesleri, kelimeleri, pek az İngilizce kelimeyi. Saymayı, sayılmayı. Einstein mı kim demişti artık beynimizin şu kadarda birini kullanıyoruz diye.Doğru gibi görünüyor buradan. Gerçekten olağanüstü, ne verirsen onu yerleştirecek bir alan buluyor çocuk beyni. Bir de hazırda yanıtını senin bile bilmediğin soruları var beyninde. Sonsuz bir yetenekte her çocuk. Öyle tabi, neyle neyi kıyaslayacaksın? Her çocuk başka bir renk. Bambaşka bilgiler için bambaşka alanlar var her birinin beyninde. Ve biz okul eğitimiyle hepsinin o farklı kıvrımlardaki beyinlerini aynı örtüyle kapatıyor, öğrettik diyoruz. Burası da acı kısmı.<br />
<br />
Aşağı yukarı 6 ay oldu Nisan ve Güney okullu; ilkokullu olalı. İnanılmaz dolu bir gündemleri, harika arkadaşları, çizginin çok ötesinde bir öğretmenleri var. Gerçek dünyanın zorluklarından kaçmadan, pisliğine bulaşmadan gerçek dünyaya girdiler. Bizim çocuklarımız olmaktan çok öte sıfatları var artık. Geri dönüşüm kutusuna atmak üzere biriktirdikleri çöpleri, bitirilecek ödevleri, okuyup sevdikleri kitapları, teneffüsteki futbol maçında yedikleri golden kelli hayal kırıklıkları, bizden sakladıkları gönül ilişkileri var. En önemlisi de harfleri ve satırları var. Kendi dünyalarını anlatmaya doyamayan iki çocuk, içlerine sığamıyor yazıyor da yazıyorlar. Evin her köşesi, defterlerinin her sayfası notlarla, şiirlerle, hikayelerle dolu. Her an her kapının altından sürpriz bir hikaye gelebilir. Her gün sevdiğinden mektup alan aşıklar gibiyiz. Günde beş kere hatta. Üretmek için yanıp tutuşan, bundan zevk alan bir anne-babanın; üretmekten bıkmayan çocukları diyebiliriz başka hiç bir şey diyemiyorsak. Bu gece huzurla uyumak için bir neden daha çıktı bana. Pek ala.Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-55761272324733281532012-10-31T23:51:00.004+02:002012-11-01T00:17:22.048+02:00AçAçlık grevleri hep bir gerçekti. Bu dünyada, özellikle de bu ülkede. 1982'de bu ülkenin gördüğü en büyük vahşetin ortasında, Diyarbakır Cezaevi'nde ölüm orucuna girip yaşamını yitiren Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek her ne kadar 20'lerinde olsalar da öldüklerinde; babamın jenerasyonuydu neredeyse. Bundan 30 sene önce, darbenin simgeleştiği yer olan Diyarbakır Cezaevi'nde ellerinde kalan yegane silahlarını kullandılar onurlarını savunmak için. Bedenlerini. Bugün darbe karşıtlığı sirkini oynayan Tarafçılar'ın, Genç Siviller'in ve benzerlerinin kolpa satırları değildi darbeye karşı ilk iradeyi koyan.<br />
12 Eylül'ün bir başka vahşeti Metris'te yaşanırken, ben çocuktum. Abdullah Meral, Mehmet Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ ve Hasan Telci'nin ölüm orucuna başlama sebebi ne kadar da yalındı. "Cezaevinde tek tip elbise giymeyeceğiz". Öldüler. 90'ların başında Grup Yorum'dan bir şarkıydı benim için "Apo-Fatih-Hasan-Haydar". Ne kadar da sahiciydi, ne kadar acı. Ölmek ne kadar kolaydı ve ne kadar aylar sürüyordu.<br />
Cezaevleri hakkında hatırı sayılır miktarda okumuşluğum, tartışmışlığım var. Özellikle siyasi tutuklular/hükümlüler özelinde Türkiye kadar sistematik baskı uygulayan çok az ülke vardır sanırım. Hani darbe koşulları ortadan kalkmıştı ya 90'larda. Tam da o günlerde, ilk gençliğimde tüm Türkiye'de abim/ablam yaşında yüzlerce siyasi mahkum yine çok temel insani taleplerle "Mayıs 1996'da yürürlüğe giren 3 cezaevi genelgesinin iptali" için günlerce gönüllü bir açlığa başladılar. 16 yaşındaydım. Ne kadar elimizdeydi birilerinin ölmemesi. En azından bağırarak yavaşlatabiliyorduk ölümü. Copla ilk tanışmamdır bu süreç. 11 abi ve 1 abla canını verdi değerleri uğruna. Dün yaşayan abi ve ablalar bugün yaşamıyordu. İntihar etmediler. Sadece durdular, sessiz, dik ve aç.<br />
Sonra 2000 ölüm oruçları. Ekipler halinde yıllar süren ölüm orucunda, kimisini şahsen tanıdığım, kimiyle aynı masada oturduğum, kimi benden küçük 122 kişi F tipi cezaevine girmemek için sonucunu göze alarak öldüler. Onlarcası Türkiye'de bizzat devlet görevlileri tarafından yapılan en yaygın operasyonda 19 Aralık 2000 günü öldürüldü, dört duvar arası savunmasızken. Dünyada ilk kez, cezaevinde olmayan onlarca kişi ülkenin dört bir yanında ölüm orucuna girdiler. Canan ve Zehra Kulaksız'ı, Şenay Hanoğlu'nu, Gülsüman Dönmez'i, Sevgi Erdoğan'ı unutmak ne mümkün. Birisinin sonucunu göze alarak, bir iradeyle günden güne öldüğünü gördükten sonra onu unutmak; buna şahit olduktan sonra hayatı aynen yaşamak mümkün mü?<br />
Şimdi 12 Eylül 2012'den beri, hani şu DSİP'li, Tarafçı, Genç Sivilci tuhaf tiplerin hesabının sorulduğunu sandığı 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünden beri yüzlerce kişi, bu ülkede seninle ve benimle aynı şehirde açlık grevinde. Aralarında 90'larda doğmuş onlarca çocuk, genç var. Hani neredeyse çocuklarımın nesli. Kaçıncı jenerasyon bu artık tek silahı canını ortaya koymak olan. Daha acı bir pazarlık mı olur?<br />
Sorun bu ülkenin en güngörmüş aydınlarına, ölüm orucunda aracılık yapmış Yaşar Kemal'e, Orhan Pamuk'a, Livaneli'ye, Çalışlar'a, Can Dündar'a. Gün be gün ölme iradesinde olan çocukları bir kere gördükten sonra 16 yıldır yaşamak nasıl bir acı olmuş onlar için.<br />
Sakın bana baskıyla yapıyorlar açlık grevini demeyin. 1982'de, 1984'te mahkumların birbirine psikolojik-fiziki baskı uygulayabilecek hali mi vardı Diyarbakır'da, Metris'te? 2000'de onlarca mahkum birbirinden habersiz tek kişilik hücrelerde devlet görevlilerinin o kadar "Bırak ölüm orucunu" baskısına, zorla müdahalesine rağmen neyin baskısıyla "ölümüne" direndiler. Sizin hiç değeriniz olmamış olabilir, ama bazı insani değerler vardır ki onları savunmak için ölüm nedir ki? "Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım" dizelerini zorla ezberleyen nesiller ondan anlam çıkarmışlardır ya, kimbilir?<br />
Anadillerinde savunma yapmak istiyor yüzlerce kişi. Yüksek yakalı hakimlerin tutanağa "Bilinmeyen bir dil" diye geçirdiği sözler annelerinden duydukları ninni, kardeşlerinin ağlaması, gece gördüğü rüya. Ne demek bilinmeyen bir dil. Kimin ne haddine?<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<object class="BLOGGER-youtube-video" classid="clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000" codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=6,0,40,0" data-thumbnail-src="http://2.gvt0.com/vi/-k7YZ31O_1I/0.jpg" height="266" width="320"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/-k7YZ31O_1I&fs=1&source=uds" /><param name="bgcolor" value="#FFFFFF" /><param name="allowFullScreen" value="true" /><embed width="320" height="266" src="http://www.youtube.com/v/-k7YZ31O_1I&fs=1&source=uds" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true"></embed></object></div>
<br />
Pek yakında vizyona giriyor Simurg filmi. Ben bir insanın değerleri uğruna onlarca gün bilerek aç kalıp, ölmeyi göze aldığına şahit olduğum günden beri asla huzurlu uyuyamadım. Bu dünyanın bu insana çektirdiği acıdan mesul tuttum kendimi. Yalvarırım bir şeyler yapın, çocuklarımız rahat uyusun. Belki her şey gerçekten bir tutam mavi uğrunadır.<br />
<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-5492434755185159872012-10-31T23:02:00.000+02:002012-10-31T23:02:05.729+02:00Do do sol sol la la sol<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg50LY22-BAh6w-jCU9GfCBGqWTFfPqFyykEsR4kaj-gl2yruDsN_bb4dbGDQHIxBM4ZEbK9mMwxUx_PfxdU1gNkOxryrKJQWzn-SXPCbBWJzYGpcRpOpxEqLgEakLORkgG5ocdUmAsX-U/s1600/209820_10151086693236656_1645701161_o.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg50LY22-BAh6w-jCU9GfCBGqWTFfPqFyykEsR4kaj-gl2yruDsN_bb4dbGDQHIxBM4ZEbK9mMwxUx_PfxdU1gNkOxryrKJQWzn-SXPCbBWJzYGpcRpOpxEqLgEakLORkgG5ocdUmAsX-U/s320/209820_10151086693236656_1645701161_o.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Ne okullu olmak ama. Benim zamanımda "İlkokul 1 ile 4 zordur" diye bir efsane dolanırdı ortalıkta.Doğruluğu da vardı, ilki okula başlama diğeri ise fen bilgisi gibi branşlaşmanın başladığı sınıflardı. Şimdi 4+4+4 ile zor olan sınıf 4'ten 3'e kayar mı bilmiyorum ama 1 zor olarak kalacak.<br />
Nisan ve Güney 1. sınıftalar. Geçen sene gittikleri Evrim İlköğretim Okulu'nu ve arkadaşlarını o kadar çok sevdiler ki bu sene hiç okul arayışı yaşamadık. Yıllarını "Paralı Eğitime Hayır" diyerek geçirmiş ve paralı eğitimin hala karşısında olan bir anne-baba için çok kolay bir karar değildi bu. Sağolsun mevcut AKP iktidarı eğitime soktuğu çomaklarla bizim zor kararımızı kolaylaştırdı. Çocukları gönderme ihtimalimiz olan tam gün devlet okulları (ikimiz de çalıştığımız için başka bir alternatifimiz yoktu) bir günde kapatıldılar.<br />
<a href="http://www.aksam.com.tr/etutlu-okullar-resmen-bitti,-anneler-uzgun--126144h.html">http://www.aksam.com.tr/etutlu-okullar-resmen-bitti,-anneler-uzgun--126144h.html</a><br />
Özel okulların duruşu kadar hedeflediği insan profilinden de rahatsızdık. Başarıya, trendlere odaklı bir eğitim tüylerimizi diken diken ediyordu. Eğitim hayatın doğal hali neyse onu yansıtsın isterdik. Ne güzel ki, Evrim Koleji'ndeki kültür bize bu endişeyi de yaşatmadı. Hedefi mutlu çocuklar yetiştirmek olan, dışarıdaki toz-dumandan bir miktar azade ama hayatın özgünlüğünü de yapay biçimde dışlamayan bir okulumuz oldu.<br />
Blog yazılarımın çoğunda Nisan ile Güney farkına değindim sanırım. Okul da bu farklılıklarını aynen yansıttıkları bir platform oldu.<br />
Güney mevcut eğitim sistemine çok uygun, sorulanları yanıtlamaktan ve başarmaktan mutlu bir çocuk. Bize bile zor gelen alfabeyi harf-harf öğrenip el yazısıyla yazma Güney'i hiç zorlamadı. Aksine verilen görevi yapmaktan bir huzur duyuyor.<br />
Nisan ise sorguluyor. Yılların klişesi "Bu öğretilenler benim gerçek hayatta ne işime yarayacak?" tavrını birinci sınıfın birinci gününden itibaren ortaya koyuyor. İkisi de farklı sonuçlara varacak farklı yollar uyguluyorlar. Bakalım nereye varacak bu mevzu?<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-82100410336165511612012-08-14T16:10:00.001+03:002012-08-14T16:23:03.803+03:00Özgürlük!!!Soran arkadaşlarıma "Bitmeyecek bir mutluluk ve endişe istiyorsan, çocuk sahibi olmayı düşün" derim hep. Neşe tarafını ara sıra anlatıyorum. Gel gör ki, endişe tarafı satırlara dökmeyi zorlaştıracak kadar çok yer kaplıyor hayatta. Çocuk sahibi olmayanlar sürekli, olanlar ise çocuksuzken "Ben çocuğumu çok özgür yetiştireceğim, serbest bırakacağım" derler. Temenninin en şahanesidir. Gel gör ki gerçek hayatta bu çok, ama çok zor zanaat. Zor olma sebebi de, "aman çocuğumu pamuklara sarmalayayım sarayım, o dünyanın en değerlisi" saplantısından ziyade çocuğu özgür bırakabilme halinin çokça çocuğun karakteriyle ilgili bir durum olması.<br />
<div>
Bizim Güney'i al mesela. Dünyanın en temkinli çocuğu. Dilediğin kadar özgürlüğe ittir. Çıkar parka "oğlum git oyna, özgürsün koş dilediğince" diye ver coşkuyu. Güney'in aklında binlerce şüphe vardır. " Burada mı oturuyorsunuz, başka masaya geçer misiniz? Sizi bulabilir miyim?" soruları arasından sıyrılıp, yaşayamaz özgürlüğünü. Onu gerçekten mutlu etmek için "Ben buradayım, seni mutlaka görürüm. Zaten bu park çok büyük bir yer değil. Bir tane kapısı var, istesen bile kaybolamazsın." diye sınırlarını çizmen gerekir. Ya da girsin bir bakkala de ki "Oğlum al sana 2 TL, varsa istediğin bir şey al" büyük ihtimalle alamayacaktır. Kafası karışacak, seçemeyecek, huzursuz olacaktır. Daha dün "Okula giderken bana 1 TL verin, fazlasını istemiyorum. Çalarlar malarlar" diye frenledi kendisini. Güney sınırlarını görmek ister, realist olmayı yeğler. Sınırsızca özgür olmak aklını karıştırır. Hesapsızca içip yerlerde sürünen bir sarhoşluk Güney'e göre değil. </div>
<div>
Yine de hayat şaşırtabiliyor. Geçen gün Güney'i çok sevip oynadığı bir balonu camdan aşağı atmak üzereyken yakaladım. "Napıyorsun?" dedim. </div>
<div>
"Ne derler bilirsin. Bir şeyi gerçekten çok seviyorsan onu özgür bırak" diyerek, bıraktı balonu aşağı :)</div>
<div>
Nisan'da ise özgürlük bambaşkadır. Her kalıp sıkar Nisan'ı. Sonsuz olmadıkça özgürlük yoktur. Dünyada istediğin yerde yaşayabilirsin desen, ya ben uzayda yaşamak istiyordum diye üzülür. Geçenlerde "Artık büyüdün, istediğin yemeği istediğin kadar sen yiyebilirsin. Kendi kararını kendin ver" diyesim tuttu. (Ki çok iştahlı olmayan çocuğa bunu demek büyük risktir ebeveyn için) Nisan anında "Ben artık vejetaryen olacağım o zaman" deyiverdi. Nisan her şeyi yapabilmek peşinde, belki çoğu çocuk gibi. Taşıyabilmek, pişirebilmek, yapabilmek istiyor dilediğince. Uğraşıyor da. Detaya girmeyeceğim ama Nisan boyundan büyük işler için ortalamadan bayağı bir kaza, bir kaç dikiş, bolca doktor daha sakar. Bıraktığın her an IMDB Top 100'de aksiyon-gerilim filmi. Al-götür-dene diyemiyorsun. Nisan özgürlüğünü sonuna kadar istiyor, ona da hayat(!) bürokratik engeller çıkarıyor.</div>
<div>
Kısacası, özgür bırakalım bırakmasına da; birisine çok geliyor özgürlük; diğerine az. İşin içinden çıkamayan yine biz. </div>
Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-18907664432730929562012-07-24T14:48:00.002+03:002012-07-24T14:48:49.410+03:00Maviş<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB1S5uatPW649cZ2UuRCkELU6HkUcTFG5S4jKvdcJz0Cd6HaCGjB8du519rddFpicRgDqwGHHRzwcuDX-iowOQuVsmuZMK0q-_bNLAUl-zEuXb-DvaOBAcMbwC-PJo8uxFGqGnWETFMdY/s1600/DSCN2766.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB1S5uatPW649cZ2UuRCkELU6HkUcTFG5S4jKvdcJz0Cd6HaCGjB8du519rddFpicRgDqwGHHRzwcuDX-iowOQuVsmuZMK0q-_bNLAUl-zEuXb-DvaOBAcMbwC-PJo8uxFGqGnWETFMdY/s320/DSCN2766.JPG" width="240" /></a></div>
<br />
Bilenler biliyor, bilmeyenlere de söyleyeyim BAL'lı bir anne-babası var Nisan ile Güney'in. Kendi adıma konuşayım bu hayatta sahip olduğum 100 kimlik var ise Bornova Anadolu Lisesi mezunu olmak en yukarıda gelen ilk beştedir. <span style="background-color: white;">Tanıdığım en doğru insanlar, en büyük maceralarım, hayattaki en büyük aşkım, isyanım, öğrenmişliklerimin çoğu BAL'dandır. İnsan olmayı bir miktar başardıysam, çoğu BAL'da içtiğim sudandır 90-97 yılları arası.</span><br />
BAL'ın bana sağladığı en büyük değer de insanlar. Hiç tartışmayalım. Babamdan büyük abilerimden başlayan, çocuklarımla aynı jenerasyon sayılacak kardeşlerime kadar uzanan yüzlerce dostluk, bitmeyecek bir güven. Size bugün bana BAL mezunları arasından çok özel bir ismi anlatmak isterim. Bülent Önder Ağabeyimi, bilinen namıyla Maviş'i.<br />
2003'te kurumsal iş hayatı ve başından kalkmadığım bir e-posta hesabının bana zincirlendiği dönemin hemen sonrası. Bütün gün burada hayat nasıl geçecek diye kendi kendime düşünür ederken keşfettiğim bir vahaydı <b>baljoke </b>mail grubu. Bülent Ağabey'le de orada tanıştım. Neredeyse 7'den 70'e her yaşta ortak paydası BAL olan binlerce kişi oraya yalnızlığını, acısını, çaresizliğini, neşesini döküyor. En saf haliyle tuşlara vuruyor ve gönder düğmesine basıyor. Ki o gönder düğmesi hiç karşılıksız kalmaz. Her çaresizlik çözülür, çözülmezse de "....kardeşim senin geçen günkü konusu ne oldu? Var mı bir ihtiyacın?" yanıtı gelir. İmece kültürü mü, mahalle havası mı, köy sıcaklığı mı adını n'olur siz koyun.<br />
Maviş Abi'yle o satırlarda tanıştım işte. Ben 20'lerimin başındayım o 40'larının. Sokağa bakınca aynı renkleri görüyoruz, edebiyattan anlıyor, yemekten ve içmekten hele. BAL'dan geçip de sistemin çarklarının bekçisi olan pek çıkmaz dostlarım. Sisteme illa ki kapılıyorsun da hayata kendi çizgisini koymayan BAL'lı pek yoktur. <span style="background-color: white;">Bülent Ağabey de Kuzey Ege'de kendi küçük işletmesinde, yüzü doğaya dönük yaşarken bize o e-mail hesabı üzerinden az mı ışık tuttu? Monitördeki ekranlardan taştı dostluk, kanlı canlı hayata döküldü. Abiliğiyle öyle bir güven verdi ki bize. Derdimiz olduğunda ilk aradığım numaralardandı. Kafası yatmayınca "Ulen hayta, öyle iş mi olur?" diye azarlayabilen abilerden.</span><br />
Yolumuz Kuzey Ege'ye her düştüğünde Edremit'e uğradık, Kuzey Ege'ye düşmüyorsa da düşürürdük. Ve hiç birisi normal olmadı Maviş Abi'yle karşılaşmalarımızın. Antika koleksiyonundan bardaklarla likör ikram ederdi, gece vakti kalkıp Gümüldür'e bir başka dostumuza sarma yemeye gidebilirdik bir anlık gaza gelip. Patlıcan patlıcan diye haftalarca konuşup patlıcansız tek bir yemeğin dahi olmadığı bir masada onlarca dost kadeh tokuştururduk. Bülent ağabeyi bir gün kırmızı fularıyla, bir gün Kaptan Swing modeli Rakun Şapkasıyla, olmadı kalpağıyla görürdün. Sanırım çok cennet peşinde koşmazdı. Eminim para pul peşinde hiç koşmazdı. Kendi cennetini kurmayı başarmış, en az kendi kadar candan eşi Kevser Abla'yla birlikte küçücük dünyasının içini renkleri ve dostlarıyla doldurmuş bir koca yürekten bahsediyorum.<br />
Nisan ve Güney'i Edremit'e götürdüğümüzde "İki yaşında falan anlamam, gelsinler öpsünler elimi bayram harçlığı vereceğim" derken harmanladığı bir mizah-heyecan-ağır abilik duruşu var nasıl anlatsam ki. Bak şöyle, bayram harçlığını verip yollamış ertesi gün biz Altınoluk'a gittiğimizde bizi arayıp bulmuş "Bakayım bu çocuklar nasıl yüzüyorlar" diye havuzda ciddi ciddi izlemişti çocukları. Dünya ona dar geliyordu da, bize ayıp olmasın diye söylemiyordu herhal. Başka tarifi yok.<br />
Bülent Abi'yi bugün aniden kaybettik. Anlatabileceğim bir acı değil bu. Başka türlü anlatamadığımdan buraya bağırmak zorundayım, içim çok acıyor. Tüm dünyalılar olarak onun neşesinden yoksunuz artık. Sıkıştığımızda başımızı koyacağımız bir omuz eksik, her sabah mail grubumuzun neşesinden, didaktik abisinden gelen postaları göremeyeceğiz. "Kardeşim her şey yolunda değil mi?" diye arayıp dert kontrolü yapmayacak. Nisan ve Güney bir daha bayram harçlığı soramayacak Bülent Abi'ye.<br />
Biz seni çok seviyoruz Bülent Abi, bize öğrettiklerin için minnettarız. Birlikte yaşadıklarımız hatrına. Bu gece senden hatıra, o iki antika kadehte birer kadeh rakı içer sonra yüzümüzü döneriz sana, Kaz Dağları'na. Senin olmadığın bir dünya bizim için çok kolay değil.<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-65558984982327698662012-07-23T16:52:00.001+03:002012-07-23T16:52:21.582+03:00İçmeden hatıralardan sarhoş musun?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGHlOLI88_GMqIBOkSoDB9xwYumiDrO5KeTNuZVS5NXDpsU6j9z6YTI2fWPNaSAj1zCu0ulZnM0T4Q2bvZ90Gkx86PNDFHOA7PMIjaP-UfI-caZYwRW5R2tRgXdagiiCtOSrpnFRKUuR0/s1600/IMG_0328.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGHlOLI88_GMqIBOkSoDB9xwYumiDrO5KeTNuZVS5NXDpsU6j9z6YTI2fWPNaSAj1zCu0ulZnM0T4Q2bvZ90Gkx86PNDFHOA7PMIjaP-UfI-caZYwRW5R2tRgXdagiiCtOSrpnFRKUuR0/s320/IMG_0328.JPG" width="239" /></a></div>
<div>
<br /></div>
Başka çocuklar nasıl çok emin değilim ama Nisan ve Güney uykuları çok geldiğinde alkolü abartmış bir yetişkin ne yapıyorsa onu yapıyorlar. Anlamsız konuşmalar, gereksiz kahkahalar, dengesiz yürümek desen kafa kırma mertebesinde. O çok abartılan "abi çocuk kafası bambaşka yaee"ya yetişmenin zor olmadığını söyleyeyim, 4 duble rakıya bakar. <div>
Geçen gün bir biçimde kafalanmışız ve Nisan'la Güney 22:00'ye kadar ayaktalar. Yatıracağız ama iş sarhoş yatırma merasimine dönmüş. Birisi tuhaf espriler yapıp gülüyor, öteki merdivenleri emekleyerek çıkıyor, birbirlerine sarılıp öpüyorlar derken baktım olmayacak kucağıma aldım ve Nisan başladı muhabbete,</div>
<div>
<br /></div>
<div>
- Babaaea</div>
<div>
- Efendim kızım?</div>
<div>
- Bu gidişle sen beni 2-3 sene sonra kucağına alamayacaksın, hahaha</div>
<div>
- Alamam valla, şimdi bile boyun çok uzamış.</div>
<div>
- İşte bundan çok korkuyorum (bir anda hüzünlen, ağlamaklı ol) annemin boyu senden daha kısa o hiç alamaz kucağına (kuvvetli ağlamaya geç) ben bu yüzden büyümek istemiyorum işte. Çocukluk harika bir şey, hiç istemiyorum büyümek hiç.</div>
<div>
- E ben de yaşlanıyorum, yapacak bir şey yok Nisnotçum.</div>
<div>
- Senin daha yaşlanmana çok var, bense büyüdüm nerdeyse (böhü..)</div>
<div>
</div>
<div>
<br /></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-62577523484086436392012-07-11T12:08:00.000+03:002012-07-11T12:08:04.112+03:00Büyü<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDxNhWO8sMM6aphhyb_fTmA8bCnD3p-0dnyj6iSgZd98-YWx1LDjKAiR2dRKtKsE7lQCkK42bYVZNpL6i6-buAuTMRpqHn9ueU603r9k9h83iCw5ggK5HO7FC2emCIYpS26GKPSMTPQKQ/s1600/4168.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDxNhWO8sMM6aphhyb_fTmA8bCnD3p-0dnyj6iSgZd98-YWx1LDjKAiR2dRKtKsE7lQCkK42bYVZNpL6i6-buAuTMRpqHn9ueU603r9k9h83iCw5ggK5HO7FC2emCIYpS26GKPSMTPQKQ/s1600/4168.jpg" /></a></div>
20 sene kadar oldu. Grup Yorum'un ilk albümü Sıyrılıp Gelen elime geçmişti. Kasedi yine 20 küsür yıllık dostum Utku'dan ödünç almıştım. Boş bir RAKS kasede çekip çekmeyeceğime karar vermek için önce bir dinlemek adettendi. Boş kaset bile çok ucuz bir şey değildi, ancak hakedenler kopyalanırdı. Gündüz okulda elimde evirip çevirdim kaset kapağını. Yanılmıyorsam içinde şarkı sözlerinin de olduğu tumturaklı kapaklardan değildi. Bir yapraklık, şarkıların söz müziğini kimin yaptığı dışında sözlerin olmadığı bir kapak.<br />
Akşam eve gidince. Kaset teknolojisi itibariyle A1'den dinlemeye başladım. A1'deki "Büyü" şarkısını "sihir" anlamına gelen büyü'den bahsettiğini düşünmüştüm, beni şaşırttı. Bir ninniyi andıran sözlerle bir çocuğa söylenen sözlerdi. "Büyüyüp de onyedine geldiğinde baban sana idamlar alacak" finalini ilk duyduğunda ise çarpılmayan yoktur. Ben de çarpıldım. Hep çocuk kalan Erdal Eren'e de bir selam buradan gönül borcumuz olsun.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdAhVDHFqfe3mfzz5df0sMlRW7omJ88tlstGXkGYq_NbmcFJfRbZFdFLNV_RpGsEvEnin6TGm_U6lsoa-3OF9DNYe6OaSF5FSI35x1R1f7KFW3qEqtdnp6dWgxfIdMHTYXPjC6uGGmUaw/s1600/MotherMeasuring.gif" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdAhVDHFqfe3mfzz5df0sMlRW7omJ88tlstGXkGYq_NbmcFJfRbZFdFLNV_RpGsEvEnin6TGm_U6lsoa-3OF9DNYe6OaSF5FSI35x1R1f7KFW3qEqtdnp6dWgxfIdMHTYXPjC6uGGmUaw/s320/MotherMeasuring.gif" width="290" /></a><br />
Buraya büyümekten geldik. Daha doğrusu siz Google search'ten falan geldiniz de, ben büyümek hakkında düşüne düşüne buraya vardım. Zira Nisan ve Güney bir ayda büyüdüler.<br />
Okulların kapanmasıyla 3 haftalığına babaanne ve dedesine giden bu iki arkadaş, son bir aylık sürede neredeyse yeni doğan bir bebeğin bir ayı gibi hızla evrim geçirdiler.<br />
Hadi fiziksel büyümeyi kabul ettim. Küçük çakallar babanne ve dedeyi süper bağlamış, çatal-kaşığı terketmiş kendilerine yemek yediriyorlar. İştahsız kişiler ya bir de, bu metotla 1-2 kilo almışlar. Yüzme öğrenmişler, hem de gayet korkusuz, eğlenerek yüzüyorlar, atlıyorlar suya.<br />
Ama esas büyüme duruşlarında oldu. Çalışan annelerin, yazı anneanneleriyle geçiren yazlık çocukları olarak 4-12 yaş arası çocuklardan oluşan büyükçe bir grup. Çeteler kuruluyor, dedikodular yapılıyor, kızların-erkeklerin ayrı buluşma yerleri, şifreleşmeler neler neler. Bu heyecanlar tam olarak kaç yaşında başlıyordu ki? Bizimkilerde başlamış, bu da artık aileye bağımlı çocukluktan çıktık demek sanki.<br />
Yazlıktan dönünce bu sefer de Spor Okulu'na başladılar. Nisan ve Güney için bir sürü ilk de oradan geldi. Sporla ilgili yaptıkları faaliyetlerin coşkusu, güzel, eyvallah. Da yine esas heyecan ilk kez servise binmeye başlamalarından (kendi deyimleriyle ser<b>b</b>is çocuğu olmalarından), harçlık almalarından geldi.<br />
Akşama kadar "Güney'in 1 lirası vardı, 25 kuruşa şakamaka aldık, birini Özlem'e verdik, o bana 50 kuruş verdi, ben Nisan'ın patlayan sakızından tattım, ona topkek ısmarladım" muhabbeti bitmiyor, ve dinlemesi de acayip keyifli.<br />
Dün son büyüme emaresi Nisan'dan geldi. Anasınıfından arkadaşları Zeynep, Deniz ve Umut Ali ile buluştu bizimkiler. Haftaların özlemi çılgın buluşmayla sonlandı. Ben çocukları anneleriyle bırakıp ayrıldım bir süre sonra. Bir ara benim telefonum çaldı, arayan Ayşen ama ses Nisan.<br />
<br />
+ İyi günler beyefendi<br />
- Buyrun hanfendi kimi aramıştınız?<br />
+ Erdem Bey'le görüşecektim<br />
- Benim, kim acaba arayan?<br />
+ Ben elektrik dairesinden arıyorum. Size 155,624 dolar elektrik parası gelmiş.<br />
- Eyvaah, napıcam ben bu kadar parayı ödeyemem.<br />
+ O zaman bir 65 dolar verirsiniz artık.<br />
- Tabi tabi. Sizin isminiz neydi acaba?<br />
+ Mehmet benim adım<br />
- E, Mehmet erkek ismi değil mi hanfendi?<br />
+Sormayın, annemler böyle tuhaf bir isim koymuşlar işte. Bana da çok zor oluyor.<br />
- Peki benim telefonumu nereden buldunuz?<br />
+ Yeşer hanımı tanıyor musunuz? Ondan aldım<br />
- Tamam hanfendi, ben yarın size 65 dolar getiriyorum.<br />
<br />
Hadi bir milat daha aşıldı. Arkadaşla takılma, servis, harçlık iyi hoş da; ilk telefon işletmesi önemlidir, Tarihe not düşmeli. Büyüyor bizimkiler :)<br />
<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-52352341973604984702012-07-10T15:40:00.001+03:002012-07-10T15:40:28.469+03:00Ama ve çünkü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhILmPhIkegmnO-i3CsV6iIoidRvyXbMpepA5n9M907EqPOJhdFJvY82_wthk4k1kArybq_STWYhJgKgQMGCwLmtUYIov-xxysLUhRGG-dGCHEbbk8DNRyal9OnrANlBgs1s5Q4lBKzvhE/s1600/paint-72dpi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="226" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhILmPhIkegmnO-i3CsV6iIoidRvyXbMpepA5n9M907EqPOJhdFJvY82_wthk4k1kArybq_STWYhJgKgQMGCwLmtUYIov-xxysLUhRGG-dGCHEbbk8DNRyal9OnrANlBgs1s5Q4lBKzvhE/s320/paint-72dpi.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Ben bu ikizlerin farklılığını yaza yaza edebiyatçı oldum, Nisan ve Güney her yeni dönemde özgünlüklerini ortaya koymaktan vazgeçmediler. Harbiden öylesine farklı ki, kaşını gözünü demiyorum, aynı okullara gidip, aynı aileyle zaman geçiren, 7 yıldır neredeyse her saniye birlikte olan iki çocuktan bahsediyorum.<br />
Nisan'ın dünyası "Ama"lardan ibaret. Hayatında hiç bir şeye koşulsuz evet demedi Nisan. Mutlaka bir yorum, kendinden bir çizgi, bir üslup katacak. Senin dediğine "Arkadaşa katılıyorum" diye yanıt dönemiyor.<br />
"Adın Nisan mı ?" diye sor "Nisan <b>ama</b> bir sürü kişi Nisa zannediyor" der. En hayal ettiği şeyi getir önüne süslü bir elbise, bir müzik kutusu, muhteşem bir dans gösterisi "Çok beğendim <b>ama </b>daha değişik hayal etmiştim" der. Çünkü daha değişik hayal eder. Bir gerçek dünya vardır, bir de Nisan'ın ufku. Dünya fena bir yer değil elbette <b>ama </b>Nisan'ın ufkuna zor yetişir. Nisan'ın kişiselleştirmediği, kendi tarzını üzerine vurmadığı hiç bir şey yeterince güzel/renkli/komik/başarılı/sevimli/eğlenceli/vb/vb değildir. Yaşam, Nisan'ın algılarından ibarettir. Gerçek olup olmaması değil Nisan'a uyup uymamasıdır asıl olan.<br />
Güney'e ise bir şeyi <b>çünkü </b>ile açıklamadığın sürece tatmin olmaz. Bırak senin açıklamanı kendisini ikna etmek için <b>çünkü </b>lazım çocuğa. Gece yatarken kendi kendine "<b>Çünkü </b>yarın erken kalkacağız" diye mırıldanıyor. Eğer yerçekimini öğrendiyse sıfırdan o ağacın altında uyuyup o elma başına düşene kadar tam ikna olamıyor. Daha dün bir merminin havada uçan bir kelebeği öldürüp öldüremeyeceğini irdeliyordu. Merminin rüzgarından, kelebeğin kanat genişliğine uçtan uca problem çözüyor her an. Matematikle, bilimle ikna edemezsen kesmiyor Güney'i. Formülle, kelimeyle, rasyonel nedenlerle açıklanamayan hiç bir gerçeklik anlamlı değil bu çocuk için.<br />
Biz zavallı ebeveynler de iki bambaşka renk arasında lunaparktaki en kallavi oyuncağa binmiş gibiyiz. Çok zevkli, acayip eğlenceli, rengarenk ama hiç kolay değil.<br />
Şşt, Mercedes resmini kullandım diye bozulmaca olmasın, aman;)<br />
<br />
<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-87224052804223778282012-06-27T15:10:00.001+03:002012-06-27T15:10:50.900+03:00Yollar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAHJByFAmYoI9XM7XpnlNh81yHGqrNPPRCczw16ESZOuAIT7_oXaVzDjIHjA6MjkX5vlSDm3-NeUMSur42zIfuy5271ASRu1DrUi98gtIQOQRL4_agTgXGC8mXPqL-d81tSKf7h1JnOs0/s1600/road.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="270" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAHJByFAmYoI9XM7XpnlNh81yHGqrNPPRCczw16ESZOuAIT7_oXaVzDjIHjA6MjkX5vlSDm3-NeUMSur42zIfuy5271ASRu1DrUi98gtIQOQRL4_agTgXGC8mXPqL-d81tSKf7h1JnOs0/s320/road.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
İlk kez bu kadar ayrı kaldık Nisan ve Güney'den. Evde biriken tadilat işleri vardı ve Nisan ile Güney uzun zamandır babaannelerinin yanına gitmek istiyordu, Çeşme'ye. Okulların kapanmasıyla bir Nisan'la Güney Çeşme'ye, onlarca usta (sırasıyla bizim eve)<br />
Günümüz "Boyacı astar attı mı oraya?", "Hocam bu derzler iyi olmamış sanki?", "E tezgahın kalınlığı kurtaracak mı bu kadar payı?"gerçekliğinde<span style="background-color: white;"> sorularla ve matkap, Hilti, çekiç gürültüsü içinde Nisan ve Güney'den kalan korkunç sessizlikle geçti. </span><br />
İlk 2-3 gün belki kabul edilebilirdi. Bu kaosun içinde Nisan ve Güney'i zaptedemezdik, daha doğrusu bambaşka iki kaosun çarpışmasını izlemek zorunda kalırdık. Ama düzensizliğe alıştığımız an yoklukları bütün herşeyin üzerini örttü.<br />
Ne güzel bir tatil geçiriyor olmaları, her gün telefonda karşılıklı raporlaşmalar, giderek artan sevgi ve kavuşma heyecanı kesmemeye başladı. Üç hafta (ki her anı arkadaş, kan, ter, gözyaşı, usta ve tozla dolmasına karşın) nasıl hiçliğe eşit olur, yaşadık. Dümdüz. <span style="background-color: white;">Sağolsun onlarca arkadaş, iyi niyetle "siz de kafanızı dinlersiniz", "e dışarı çıkarsınız başbaşa" "şarabı açar iki de mum yakarsınız" temennisiyle başka bir açıdan bakmaya yönlendirdiyse de bizi, Nisansızlık ve Güneysizliğin özne olduğu şu günlerin tekdüzeliğini geçirmeye yetmedi. Varsın başbaşa bir tatil yapmayalım, beni ben yapan eşsiz iki kişiden mahrum olduğumda ne başı, ne tatili allaşkına.</span><br />
Bu üç haftanın akılda kalan anları yine Nisan ve Güney'in telefondaki sesleri oldu.<br />
Bir kaç alıntıyla bitireyim de saat saymaya devam edelim.<br />
<br />
(Nisan, sürprizini anlatırken) "Size öyle bir sürpriz hazırladım ki aklınıza gelmez. Mesela aklına hiç ama hiç gelmeyen bir şeyi düşün. İşte tam onu yaptım size, gelince göstereceğim."<br />
<br />
(Güney, yemek yeme performansını değerlendirirken) "Valla onu bize sormayacaksın. Ben bilemem yemeğimi düzgün yedim mi yemedim mi?"<br />
<br />
(Nisan, gelişimlerini anlatırken) "Uslandık biz"<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-4916674992759245312012-04-09T23:22:00.000+03:002012-04-09T23:22:01.056+03:00İncir Ağacı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBMSPMC-YcwPZsp4zc7MfyQBqNlYMFERzNlVSfEOM0ScfNyCwDh694_iZzh62_mxj5BIN2XQXTPDMWeZvIkCe9oz8nA3d8ovPMUs7_5NKwc0cPaAYkc9uwkcCdbcn7Lwe8XT7CKlHKyec/s1600/incir.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBMSPMC-YcwPZsp4zc7MfyQBqNlYMFERzNlVSfEOM0ScfNyCwDh694_iZzh62_mxj5BIN2XQXTPDMWeZvIkCe9oz8nA3d8ovPMUs7_5NKwc0cPaAYkc9uwkcCdbcn7Lwe8XT7CKlHKyec/s320/incir.jpg" width="239" /></a></div>
<br />
O kadar çok teşekkür ediyorum ki hayata Santralİstanbul'a yakın bir evde yaşamamızı sağladığı için. İstanbul'un merkezinde bu kadar güzel bir yer olduğunu bilmiyor olamazsınız. Bilmiyorsanız da öğrenmeyin, dinginliği ayrı güzel.<br />
Üç yıldır balkondan çok konser dinledik, sıkıldığımızda koşarak indik çimenlere, kimi festivalin sesini duyup da sonradan katıldık. Bir arkadaşım, az buçuk metafizikle de ilgilenir kendisi, "Burada çok uzun yıllar çok mutlu aileler yaşamış sanırım, inanılmaz bir elektrik hissediyorum" demişti ilk gidişinde. Doğruymuş, bir elektrik santraliyken lojmanında aileler kalırmış. Yaşamadıysak da, yüzküsür yıl sonra bir mutlu aile olarak biz de çok şey aldık Santral'den, çok şey de kattık eminim.<br />
Nisan, Santralİstanbul'a her gidşimizde çimenlerin ortasında yapayalnız duran incir ağacına koşturur. Nisan çok seviyor o ağacı. Her bir dalını tanıyor, gidiyor okşuyor onları. Kendini taşıyabilecek dallara tutunup atlıyor. İncir ağacını özlüyor. Her mevsimini; kuru dallı sonbaharını, karlı kışını, tomurcuklu ilkbaharını, meyve dolu yazını seviyor. Nisan'ın bu dünyada en sevdiği canlılardan biri o ağaç. Biz de aileden birisi gibi biliyoruz, incir ağacımız o bizim.<br />
Geçenlerde Nisan her bir dalını ezberlediği ağaca rica minnet Güney'i tırmandırmış. Güney dala tutunup sallanacak ve çimlere atlayacak. Ki Güney hiç bir zaman Nisan kadar gözü kara değildir. İki koluyla tutunmuş ama ne geri dönecek gücü kalmış, ne boyundan yüksek yerden çime atlayacak cesareti. Okulun öğrencilerinden birisi koşarak gelir ve der ki:<br />
"Çok tehlikeli orası, düşersin."<br />
Nisan hışımla iner çok güvendiği incecik üst dallardan, azarlar üniversiteliyi, ne kardeşini ne de ağacını incitmeden itinayla seçer sözlerini.<br />
"Napıyorsun sen? Biz burada çocuğa özgüven kazandırmaya çalışıyoruz!!!"<br />
Çünkü Nisan bu dünyaya ait değil, eminim bundan. Bildiğimiz, gerçek dünyayı genelde reddediyor. Başarmak, kazanmak güç umrunda değil. Nisan ağacıyla mutlu. Ve bu doğal haliyle hepimizi büyülüyor Nisan. Tüm insanları, insanlığı. Umrunda olmadığı gücüyle etkisi altına alıyor herkesi, kavalcının peşinden koşan fareler gibiyiz Nisan'sa eğer sözkonusu olan.<br />
Daha bu hafta sonu, sayamayacağım kadar güzel arkadaşla birlikte serilmiştik çimlere. (Hadi sayıp bir de selam göndereyim Ebru, Hasan, Ege, Sevgi, Mete, Rana, Mina, bizim Ayşen, bizim Güney ve bir de eksiğimiz küçük Güney'e) Onlarca çocuk çimlerde top oynuyor, bisiklet, scooter biniyor, koşturuyorken bir başına tırmandı Nisan ağacına. Hepsi oradaydı ama, ne incir ağacı bunun farkındaydı ne de çocuklar. Ne yaptı nasıl hipnotize etti bilmiyorum, onuncu dakika dolmadan bütün hepsini topladı Nisan ağacın başına. Görmedikleri ağacını gösterdi. Orda olmayan çocuklar bile duydu geldi, Nisan'ın ağacına tırmanmaya-onu sevmeye.<br />
Nisan ağacını sevdi, çocukları sevdi. Ağacını çocuklarla tanıştırdı. Olduğu gibi durdu Nisan, ağaç olduğu gibi durdu. Ama dünya Nisan'dan sonra hiç aynı olmadı.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhq7BT9wvyUIhJC5r1nNg7XykUD4iqHZxslucL95QvaAiglN6HBWWSXZkJFFtq3ATbYM7x86KuJZQJqMli32KBPF6NMuIgXtbj84z-QzJWlEQp9ojgqQwLhapHVd6WkVrS39Kqw6m6wCJo/s1600/incir2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhq7BT9wvyUIhJC5r1nNg7XykUD4iqHZxslucL95QvaAiglN6HBWWSXZkJFFtq3ATbYM7x86KuJZQJqMli32KBPF6NMuIgXtbj84z-QzJWlEQp9ojgqQwLhapHVd6WkVrS39Kqw6m6wCJo/s320/incir2.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-36875888436507164152012-03-12T20:42:00.003+02:002012-03-12T21:20:18.597+02:00Biz biz biz idik<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2o-2Bjn3Bd3lgjt9HF11iTXmzMdZnqFvrG1fhG6tfGOSas3CS99T6rEURpQCBKiMrNSmQ_pmGZ6xhs60FPZlmW780PH0dQBEVA1lGvrJPNx63td9axoa5rpG48cojScMEkbbDTXOmsVM/s1600/fotograf.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 239px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2o-2Bjn3Bd3lgjt9HF11iTXmzMdZnqFvrG1fhG6tfGOSas3CS99T6rEURpQCBKiMrNSmQ_pmGZ6xhs60FPZlmW780PH0dQBEVA1lGvrJPNx63td9axoa5rpG48cojScMEkbbDTXOmsVM/s320/fotograf.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5719091721718471778" /></a><div><span style="font-size: 100%; ">Sağlıkla ilgili anlayamadığım ikiyüzbin konudan birisiydi, diş sağlığı. Her gün, günde iki kere özel bir ihtimam gösterdiğimiz ve çürüyen başka bir organımız yok mesela. Bu ne nankörlük? Fırçası, macunu, ipi, suyu, dolgusu, köprüsü, protezine rağmen bir de düşüp gidiyorsun belli bir yaşta. Alınmaca gücenmece yok ama zorsun diş. Büyük konuşmakta zarar yok, güzel kelime ama kızımın adını hayatta da Mine koymam.</span></div><div>Haliyle dişlerim de benim bu düşüncelerimin yanıtını verir yıllardır. Ağrır, yamuk çıkar, sızlar, kırılır. Kısacası ben dişlerle bu geçimsizlikteyken Nisan ve Güney adına hep endişelenirdim. Bir de ikisinin de ilk iki yaşta ön dişlerini sert yerlere vurup, geçici yaralanma sicilleri varken, yersiz de değildi endişem.<br /><div>Geçen hafta Dent Suadiye'nin çağrısıyla harekete geçtik biz de. <a href="http://www.facebook.com/dentsuadiye" style="font-size: 100%; ">http://www.facebook.com/dentsuadiye</a></div></div><div>Amaçları dişlerle ilgili doğruyu yapmak isteyen aileleri harekete geçirmekti ki, tam bizlik. <span style="font-size: 100%; ">Hayır bunca yıllık matemetik hayranıyım, tıpta 2+2'nin 4 etmeyişi beni hep ki derinden sarsar; 2+2'nin 5 edeceğini bile bile yola koyulduk. </span></div><div>İstanbul'un alışılageldk diyebileceğimiz Mart soğuğu. 1992 Mart'ında bizi Werder Bremen'i elemekten alıkoyan kar ha yağdı ha yağacak bir havada önce Bağdat Caddesi'nde uçtan uca saklambaç Nisan ve Güney'le, sonra bir koşu yarışı derken başardık etkinliğe yetişmeyi.</div><div>Pembe yanaklarımızla yığılır kalırız derken, Nisan ve Güney içerideki çocuk kalabalığını görünce tekrar enerjiye bağladılar. Onlar diş şeklinde kurabiyeler, dişçi temalı oyun hamuru setleri, bir de dünyanın en iyi üç palyaçosundan ikisiyle(birisi bundan sonra tanıyacağımız o güzel palyaçoya joker kalsın) neşeye neşe katarken bizi tanımaz oldular.</div><div>Biz de başladık önce çocuk diş hekimi Aysun Hanım'ı dinlemeye. Aysun Hanım'dan duyduklarım şu oldu; çocuktur illa ki dişini çarpar bir yerlere -endişelenmeyin çaresi var. Hatta şekere çikolataya düşkünse çocuklarınız, (olmasa daha iyi ama de ki oldular) onu bile koruyucu tedbirlerle ve tedavilerle sandığınız kadar zor olmaktan çıkarıyoruz. Bir de herkesin diş hastalıklarına yakalanma riski farklıdır, çocuğunuzun risk düzeyini öğrenip ona göre davranmanız mümkün deyip çocukların ağız sıvılarını test etmek üzere hepsini bir odaya topladı. Bir düzine çocuk örnek vermek için kaplara tükürmeye başladı ki o anı görmeyen bu kahkahayı da anlamaz. O esnada Diş Hekimi İlker Bey benzeri risk analizini biz büyüklere yapmaya çağırdı. </div><div>Ben muayene esnasında tam açıklama yapacaktım ki "Benim bu dişim ağrıyor, şunu çektirdim, bu kırık, o çürük..." diye İlker Bey benden önce davrandı "Sizin ağzınızın asit derecesi yüksek, kısacası biraz daha özel davranmanız gerekiyor dişlerinize." </div><div>Yani ben dişiyle yeterince ilgilenmeyen kural tanımaz bir hayta değilmişim. Zaten çoğu genetikmiş diş sorunlarının. Diş fırçalama dişlerin yüzeyinin %60'ını korurmuş, diğer %30 diş ipi (e malum diş yüzeyinin %30'u ara bölmeler), kalanı ise diğer faktörlermiş. Hayatımda pek az doktordan duyduğum sözler beni iyice gaza getiriyor, evet 2+2=4 ediyor. Diş tedavisi sandığımız gibi aylar-yıllar sürmüyor, dönülmez yollarda kaybolmuyoruz. </div><div>Diğer Diş Hekimi Ahmet Bey'le konuşuyoruz, çocuklar ağız testi yaptırmaktan pek memnun, oh bize vakit bol. "Yani hocam, bu kremler koltuk kılıfı gibi mi, alt taraf temiz kalsın diye kullanıyoruz?" diye soruyorum. Buna bile pozitif yanıt aldım. Diş beyazlatmak artık modern yöntemlerden kelli dişe kalıcı hasar da vermiyormuş diye aldığım sevindirici dental haberleri ucuca ekliyorum. </div><div>Kısacası, "Ooo senin dişler bitmiş hocam, seneye takma dişe geçersin" beklentisiyle başladığım bu günü 1001 iyi haber, mutluluktan kudurmuş iki çocukla bitiriyorum. Günü eski dostum Emre'nin evinde bitiriyoruz ama ayva tatlısı yiyerek bitirmeye gerek yoktu. E artık o da günün güzel kutlaması olsun. </div><div>Eyvallah Dent Suadiye, hem bana hem de çocuklara geçirdiğin güzel gün kadar gülsün yüzün. Dişlerden sanıldığı kadar çakmadım sınıfta, daha ne olsun. Dişçiye "gözümsün" demek iltifat mıdır bilmem ama harbiden gözümsün be usta.<br /></div><div><br /></div><div><br /></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-15722627865084869202012-03-06T14:49:00.003+02:002012-03-06T15:59:14.256+02:004+4+4<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUfrrEjuAAtMntG7iRga35gdzPKz7XGFqfbi0jTHICZ5oIkNtB3HkMFbivhr_lCWnmgWkyy1Wg1ICXA8MMVDMRXjwSQA4ItipGwOV_B-JOXU_vvygJk9T8CAVCTugLDhLOhcOFYJfAlVo/s1600/foto%25C4%259Fraf+%252811%2529.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 239px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUfrrEjuAAtMntG7iRga35gdzPKz7XGFqfbi0jTHICZ5oIkNtB3HkMFbivhr_lCWnmgWkyy1Wg1ICXA8MMVDMRXjwSQA4ItipGwOV_B-JOXU_vvygJk9T8CAVCTugLDhLOhcOFYJfAlVo/s320/foto%25C4%259Fraf+%252811%2529.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5716768836841181234" /></a>Öğretmen çocuğuyum. İki taraftan da. Annem sınıf öğretmeni, babam kimyacı. Hem de idareci. Ailemin çevresinin %90'ı öğretmen. Hem de öğretmen olmak istediği için öğretmen olmuş bir nesilden. Kısacası ben bir yetişkin olana kadar hep öğretmen gördüm çevremde. Hep birileri plan defteri yazdı, hep ailesinin ekonomik durumu yüzünden okuyamayan bir çocuğun hikayesi oldu akşam sohbetinin konusu. Bir çare arandı çocuklar okusun diye. <div><span style="font-size: 100%; ">Eğitmenlerle bu kadar yoğun teşrik-i mesaim sonucunda ise geldiğim nokta şu. Eğitim sistemi kolayca değişmemeli, değişecekse de yumuşak geçişler olmalı. Bunun için binlerce sebep sürebilirim ortaya ama en akılcısı şu, zaten öğretmenler binbir yoksunlukla mücadele ediyorlar. Ve kahretsin ki birisine (binlercesine-milyonlarcasına...) bir şey öğretmen zor bir süreç. Emek, ilgi, motivasyon, konsantrasyon istiyor. Bu insanlara işlerine odaklanmaları gereken kolaylığı sağlamalı sistem, her sene alt üst olarak sil baştan başlamamalı.</span></div><div>Baksana, benim bir parçası olduğum yaklaşık 25 yıllık dilimde eğitim kaç tur değişmiş?</div><div>5 yıllık ilkokulla başladık, sonra Anadolu Lisesi sınavları vardı. Lise, branşlıdan krediliye döndü 90'larda. Öğrenci, öğretmen anlayana kadar çatladı krediliyi. 6 Mat A olamadık hiç bir zaman. Pek Amerikandı, vizyoner gibiydi. 5 sene sürdü kredili. Üniversite iki basamaktı, ilki kolay ikincisi zor. Sonra tek basamağa düştü, zor sınavı kaldırdılar. Bir ara sınavsız olacak dendi. Sonra yine iki sınav oldu. İlkokul ile orta birleşti, 5+3=8 etti, Anadolu Lisesi'nin orta kısmı kalktı. Hazırlık liseye çekildi, lise 4 yıl oldu. Hazırlık kalktı. Anadolu Lisesi Sınavı OKS oldu, LYS oldu. Sınav üç seneye bölündü, sonra tekrar birleşti sanırım. ÖYS kalktı, YGS oldu. Ortaöğretim Puanı bir ara önem kazandı, sonra kaybetti. İki sene Real Sociedad'da oynayıp kulübüne geri döndü. 7 çok geç dendi, ama okul hep 7'de başladı. </div><div>Hani şu yaşlı amcalar vardı ya biz küçükken yanaklarımızdan bıyıkları bata bata öperken, "Cebir dersiniz var mı?", Maarif Mektebi'ne mi gidiyorsun? gibi anlamadığımız sorular soran. İşte onların bir ömürde yabancılaştığı eğitim sisteminden biz 5 senede koptuk. Yeğenler ilköğretim 7'ye geçtim, lise 4'ten sonra sınava giriyom falan dediğinde zaten o amcalar kadar boş bakar olmuştuk.</div><div>Bugüne kadar, ağırlıklı olarak teknik sebeplerle değişti eğitim. Bir tek 5+3 yerine zorunlu 8 yıllık eğitimde siyasi aroma vardı. <span style="font-size: 100%; ">Şimdi de siyasi sebeplerle değiştiriyor başefendi sistemi. Ben öyle anlıyorum. Gördüğüm bir kaç belirgin etkisi var 4+4+4'ün, eğer başka var ben anlamadıysam lütfen anlatınız, öfkeliysek de dinlemeye hazırız.</span></div><div><span style="font-size: 100%; "> - Okul 6 yaşında başlıyor. Branşlaşma 6+4=10 yaşında.</span></div><div><span style="font-size: 100%; "> - Yani din dersi 10 yaşında başlayacak.</span></div><div><span style="font-size: 100%; "> - Zorunlu eğitim 4 yıla düşmüş olacak. Aileler çocuklarını 10 yaşından itibaren çeşitli sebeplerle okuldan alabilecek. Zaten bir kaç yüz milyon nüfusu olan bir ülke vizyonu var iktidarın. Ucuz işgücü gerekiyor. </span></div><div><span style="font-size: 100%; "> - İmam hatip okullarına da 10 yaşında gidilecek. (İmam-hatip okulunu bu kadar tartışmak bile tuhaf. Normalde imam-hatip ile motor meslek aynı kategoridedir. En fazla o kadar tartışmalı, ama garip ülke burası.)</span></div><div>Bunlar dışında önemli bir kalem varsa atladığım lütfen hatırlatın.</div><div>Peki bütün bu büyük siyasi resmi bırakalım teknik bir kaç noktaya gelelim, bu blogun sahiplerini de ilgilendiren. </div><div>Abilerim-ablalarım, ilkokul 6 yaşında başlayacak diyorsunuz. Yani çocukları 5 yaşını doldurduktan sonraki ilk yıl okula alacaksınız. (düne kadar bu 6 yaştan sonraki ilk sene idi. 2011 Eylül'de 2005 doğumlular okula başladı gibisinden). Mesela geçen yıl Nisan ve Güney 68 aylıktı okul açıldığında, almadınız 1.sınıfa. Seneye dediniz. 2012 Eylül'ünde yıl 80 aylık bu çocuklarla 2007'lileri (68 - 56 ay) aynı sınıfa mı koyacaksınız? </div><div>Yukarıda Güney'in kendi kendine oyun oynarken yazdığı, kendi tabiriyle "formül kağıdı" var, iyi kötü iki basamaklı sayıları toplayabiliyor işte. Tüm kelimeleri okuyabiliyor, zor bela matematik bile yazmış. Peki 2007 Aralık'ta doğmuş ve eski yasaya göre henüz anasınıfına gitmemiş (2012 Eylül'de gitmeyi düşünüyordu çünkü) çocukla aynı birinci sınıfa koyarsanız hangi çocuğa yazık olmaz? Büyüğe mi küçüğe mi, hatta ve hatta yeni atanmış 25 yaşındaki öğretmene mi? </div><div>Anasınıfı okumamış 5 yaşındaki çocukla, temel okul öncesi eğitimi almış 7 yaşındakini hangi hakla aynı kategoriye, aynı sınıfa sokarsın? Anasınıflarında bile yılın ilk 6 ayı doğanlarla ikinci 6 ayı doğanları ayırıyorlar, yaş grubu farketmemesi için. Ne hakla 2006'lı ve 2007'leri aynı sınıfa toplarsın? Hadi bu sene bunu yapmadın, seneye yapacaksın. O da olmadı 2. sınıftakilerin 8, 1'dekilerin 6 yaşında olduğu bir yıl yaratacaksın. Bir yığılma ya da bir boşluk yaratıyorsun, hangi akademik çevrelerle tartıştın bunu. Sen dindar nesil yetiştireceksin diye bir nesli nasıl harcarsın?</div><div>Çocuklara kıymayacaksınız efendiler. Eğer ki hepsi aynı döneme sıkıştıysa çocukların çektiği acılar dönüp kendine bakacaksın. Kıymayacaksın çocuklara. Eğer açlıktan ölen bebeği gördüyse bu gözler <a href="http://www.haber7.com/haber/20110425/25-aylik-Kubra-bebek-acliktan-oldu.php" style="font-size: 100%; ">http://www.haber7.com/haber/20110425/25-aylik-Kubra-bebek-acliktan-oldu.php</a>, her gün bir sürü çocuğu tutukluyorsan ve son 10 yılda ceza alan çocuk sayısı 10 katına çıktıysa <a href="http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2010/cocuk/cocuk17.pdf" style="font-size: 100%; ">http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2010/cocuk/cocuk17.pdf</a> , Pozantı Cezaevi'nde çocuklarına işkence yapıyorsan, annesi dersane borcu yüzünden cezaevine girdi diye intihar ediyorsa senin ülkenin çocukları, kız çocuklarına onlarca kişi tecavüz ediyorsa boşuna darbe arama telefon kayıtlarında. İnsanlığa daha büyük darbe olmamıştır çocuklara verilen zarardan başka. </div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-80367524860686933832012-03-01T16:24:00.002+02:002012-03-01T17:20:58.642+02:00Dönemsel nameler<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTCpRHQpKSkqsyUByDx5s-CaQS2WZTR6bYs5UVmVv7VQDMQS95Z_nWXvYqdbsyhPhAatG2IpVM141Ok7BVvOOai9RM5H80MaM4jL6_-VN3RAD09pRB25NlP3vSq9wHOkW8JCBxwlvFUAk/s1600/dort_mevsim.jpg" style="font-weight: normal; "><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 285px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTCpRHQpKSkqsyUByDx5s-CaQS2WZTR6bYs5UVmVv7VQDMQS95Z_nWXvYqdbsyhPhAatG2IpVM141Ok7BVvOOai9RM5H80MaM4jL6_-VN3RAD09pRB25NlP3vSq9wHOkW8JCBxwlvFUAk/s320/dort_mevsim.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5714948750416868978" /></a><div style="font-weight: normal; "><span style="font-size: 100%; ">Modaya uyuyorsun ya da dönemsel modanı kendin yaratıyorsun ya. Özellikle Güney'de dönemsel olarak bulduğu ve dile doladığı bazı sözler var. Tanımlamaya yırtınmayayım, örnekle gireyim.</span></div><div style="font-weight: normal; "><br /></div><div><b>Şaka yaptım bilmem</b></div><div style="font-weight: normal; ">Aslında okuyanlar Uğur Gürsoy'un Fırat karakterinden anlayacaktır. Düşünmemesi gereken bir şey düşündüğünde ya da söylenmemesi gereken bir şey söylediğinde Fırat "Töbe töbe-allahım affet-bok-öf-dinimiz amin" falan gibi seri arınma cümleleri söyler ya. Bu da bir dönem Güney'in arınma cümlesiydi. Bizi kızdıracak bir şey mi söyledi, olmayacak bir şey mi istedi. Karşısındaki tam durumu yadırgamaya başladığı zaman "Şak-ka yaptım biil-mem" derdi coşkulu bir melodiyle Hatta melodisi <a href="http://www.youtube.com/watch?v=XP5G4GSEyPA&feature=related">Down by The Station</a>'ı andırırdı.</div><div style="font-weight: normal; "><br /></div><div><b>Şu an sana çok acıdım</b></div><div style="font-weight: normal; ">Güney iyi gözlem yapabilen bir çocuk. Babayız mabayız ama sıklıkla da hayatta zor anlar yaşıyoruz. İki elinde sekiz pazar dört market torbası varken arabayı kilitleyip 500 ton ağırlığındaki apartman kapısını götümle iterek açmaya çalışmak, bu sırada yurtdışından işle ilgili çok üst düzey birinin araması ve Nisan'ın arkadan konuyla komple ilgisiz "Babacııım şuradaki çiçeği bana koparır mısın? Boyum yetişmiyor da.." diye neşeyle seslenmesi anındaki çaresizliği gören Güney sakince döner "Baba şu an sana çok acıdım" der. Adam o kadar iyi noktada kullanır ki bu kalıbı, kızamazsın da. </div><div style="font-weight: normal; "><span style="font-size: 100%; "><br /></span></div><div><span style="font-size: 100%; "><b>Çocukların da hakları vardır</b></span></div><div style="font-weight: normal; ">Biz bu çocuklara baştan söz geçiremedik. Anlatmıştım bir zamanlar. Her cümlelerine mantıklı açıklamalar sağlamaya çalıştık. Sonra da açıklamasız bir şeyi kabul ettiremez olduk. Güney ve Nisan bir şey isteyecek, talep edecek olsun. Oyuncak satın almak, parka gitmek, TV izlemek, yemek yememek, dondurma. Bir çocuk ne hayal ederse işte. Olur da bunlardan birisini istedi Güney ve reddedildi. Cümlesi hazırdır, isyan doludur.</div><div style="font-weight: normal; ">Böyle hayır diyemezsiniz. Çocukların da hakları vardır. </div><div style="font-weight: normal; "><div><br /></div></div><div><b>Belki de en çok istediği .....'dır.</b></div><div style="font-weight: normal; ">Geçenlerde katıldı aramıza bu öbek. Bir gün Güney'e konuşurken "Babacığım, biz tabii ki de sizin en çok istediğiniz şeylerin olmasını isteriz" dedim.</div><div style="font-weight: normal; ">O günden beri Güney her talebini bu sosla servis etti,</div><div style="font-weight: normal; "> </div><div style="font-weight: normal; ">+Güney çok oynadın bilgisayarla, bırak artık</div><div style="font-weight: normal; "> - Belki de en çok istediğim şey bilgisayarla oynamaktır</div><div style="font-weight: normal; "><br /></div><div style="font-weight: normal; ">+Güney Nisan hadi yemeğe</div><div style="font-weight: normal; ">- Belki de en çok istediğim şey yemek yememektir</div><div style="font-weight: normal; "><br /></div><div style="font-weight: normal; ">+Güney taşıyamazsın o damacanayı çok ağır</div><div style="font-weight: normal; ">- Belki de en çok istediğim şey bana güvenmendir.</div><div style="font-weight: normal; "><br /></div><div style="font-weight: normal; ">+Nisan niye ağlıyosun kızım, ağlamasan?</div><div style="font-weight: normal; ">- Belki de en çok istediği şey ağlayıp, rahatlamaktır </div><div style="font-weight: normal; ">(uzar gider:) </div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-92028285994465539942012-02-28T15:54:00.007+02:002012-02-28T17:14:38.644+02:00Yenememe<div style="text-align: center;"><span><br /></span></div><span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK6SyN0dFmBTvK7SmSZzXzLNmFR7jvZT04WpCE_d3wrNqk-Ne82JO2IpVNDjZDbA2pmg6pctctlq88ML84F5klJQ7C5eFG9HbJ1tr8j8rmGCntq4edWohgksDt6-3ZGzF84YR1x81RuXY/s1600/itiraz.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 220px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK6SyN0dFmBTvK7SmSZzXzLNmFR7jvZT04WpCE_d3wrNqk-Ne82JO2IpVNDjZDbA2pmg6pctctlq88ML84F5klJQ7C5eFG9HbJ1tr8j8rmGCntq4edWohgksDt6-3ZGzF84YR1x81RuXY/s320/itiraz.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5714185440787512354" /><div style="text-align: center;"><br /></div></a>Özgüvenli çocuklar yetiştiriyoruz el birliğiyle. Biz ne kadar "elleme-lafa karışma-otur oturduğun yerde" ile büyüdüysek, 2000+ nesli "ilgini mi çekti?" "aferin!", "ne güzel bir soru bu:)" ile büyüyor. Dünyayı kolay, kendisinden başkasını zayıf zannetmeye meyli var bu neslin. Dilersem tüm bu konuyu 12 Eylül'e bağlarım biliyorsunuz değil mi? Bu yazıda bahsi geçen 2006'lı çocuklar; 15 yıl önce bugün 28 Şubat'ta devirmek için darbe yapılan bir ideoloji ile 31 yıl önce yapılmış 28 Şubat'la kıyaslaması bile ayıp olacak şiddette bir darbenin sentezi bir politik ortamda büyüsünler; biz de onlardan daha olgun kişilikler umalım. Zor iş.</span><div><div><div><span>Hayat ufak ufak gerçek yüzünü gösteriyor yaş daha büyük sayılara evrildikçe. Hayal kırıklıkları, başarısızlıklar, mağlubiyetler ilk yıllarda ne kadar da yok. Bir kıyaslama daha gelsin, bizim neslimizde ilkokul bitene kadar yeteneklerin-ilgilerin farklılaşması yoktu. Karnesinin çoğu pekiyi olan herkes 10 yaşına kadar eşit başarılıydı. Şimdi işler çok karıştı.</span></div><div><span>Hayat diyorduk, yarış diyorduk. Güney yarışı çok sever, yendiği sürece. "Hadi baba şu ağaca kadar koşalım, ilk gelen kazanır.", "Sinirli kuşlar'da kaç yıldız aldın?" "Bir el şakabanka patlatsak mı?", "Hadi minyatür kale maç, 5'te devre 10'da biter." cümleleri Güney'indir. Ne zaman ki minyatür kalede skor Güney aleyhine 6-1 olur, koşuda fark açılır, şakabanka'da sermaye tükenir Güney kıvranır. Oyunu bozmak ister, bitince bir daha oynayalım der, maçı 20'ye uzatır. Uğraşır da uğraşır. Bu hırsla kazanır da, kolay kolay kaybetmez. Kazanma ihtimali olmayan oyuna girmez. Oyun kazanmak içindir. Eğlenmek, kazanmanın yanında ne kadar da naiftir?</span></div></div><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK6SyN0dFmBTvK7SmSZzXzLNmFR7jvZT04WpCE_d3wrNqk-Ne82JO2IpVNDjZDbA2pmg6pctctlq88ML84F5klJQ7C5eFG9HbJ1tr8j8rmGCntq4edWohgksDt6-3ZGzF84YR1x81RuXY/s1600/itiraz.jpg"><span><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6X6_czk27HlXZ4-7aCPem9xUDxpBaBxqMvys9Zc260hq9-1nZaOz31i7Z3bOJvHfiAQqmRBPrDdWBJ-yY3_zzbtI3F66lRma3mmOehtjVkRQSyn0yPN8B0CBAHMEw2QaKJIk0y4HLGms/s320/%25C5%259Eakabanka.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5714189048982687538" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 278px; " /></span></a><div></div></div><div><span>Nisan ise genelde girmez rekabete. Önemli olan yarışmamaktır onun için. "Siz oynayın ben yarış sevmiyorum" der. Yense de yenilse de aynı olgunlukta, aynı asaletle terkeder oyunu. Zaten bu dünya fazla gerçektir Nisan için. Hele ki fiziksel bir oyunun, reel skoru Nisan'ın hayal gücünde herhangi bir renge karşılık gelmez. Şakabanka oynarken (Ne Şakabankaymış arkadaş, çok güzel bir oyun da değil hani :) çaktırmadan Güney'e fazla para verir. Kazı Kazan oynar, çıkmayınca, satan adam kazandı diye mutlu olur. Kazanılacak oyun oyun değildir Nisan'a. Kazanma ihtimali bile sıkıcı ve gergindir. Şu video çokça dolanıyor, izledikçe Nisan'ı görüyorum l'equip petit'in ilk onbirinde. </span></div><div><span> <iframe width="560" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/iMhnDhLKsFc" frameborder="0" allowfullscreen=""></iframe></span></div></div><div><span>Oyuna ve kazanmaya iki pencereden nasıl farklı bakılabildiğini görüp seviniyorum ailemdeki rengarenk tavra.</span></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-36552370314306373222012-02-28T09:56:00.004+02:002012-02-28T10:25:16.957+02:00Yeleler<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivpW45TNv2QlIODWC3os1xobgpuz3HL190yNhcIOQTi6mwcudaPoPG30VEkN2niWojoduUyVCajd7_uKDxsRfu1gWJrpFfxl-4Oc6q7rcV1C_VJLejxMG02mczEFh6sSXMFep6nK_rN3c/s1600/Kosan_at.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivpW45TNv2QlIODWC3os1xobgpuz3HL190yNhcIOQTi6mwcudaPoPG30VEkN2niWojoduUyVCajd7_uKDxsRfu1gWJrpFfxl-4Oc6q7rcV1C_VJLejxMG02mczEFh6sSXMFep6nK_rN3c/s320/Kosan_at.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5714098994028837250" /></a><div><span style="font-size: 100%; ">R'leri söyleyemiyorum. Ama hiç söyleyemiyorum. 32 yaşındayım, r yerine "v" ile "ğ" arası bir şey diyorum. R'yi söylerken dil ile yaptığımız (yaptığınız) figürün (sanırım dili arkaya doğru büküp damağa değdirerek titretmek gibi bir şey) bir harfi söylemek için çekilen en büyük eziyet olduğunun da farkındayım.</span></div><div>Genelde avantaj oldu bu durum bana. "Aa r'leri söyeleyemiyor musun ben hiç farketmedim!!", "Çok tatlı senin konuşman bence" "Aynı Beyaz gibi." tepkileriyle karşılaştım. (Allah razı olsun Beyazıt'tan, sesimiz soluğumuz oldu. Ayrıca Beyaz'a Beyazıt derken de "Benim Beyaz'la olan hukukum bambaşkadır" mesajını verdim inceden. )</div><div>Küçükken dilinin altına nohut koy, üstüne kalem koy, dilini rulo yap, ip bağla, nane şekeri emerken konuş gibi teklifler alıyordum. Ben hiç üzerine düşmedim. Bir gün bir vesile farkettim ki, dilimi ağzın altına bağlayan kaslar(?) işte her neyse, oradaki yapı biraz farklı benim. Yani dili rahatça oynatıp "r" deme şansım bence yok. O zaman rahatladım işte. O gün bugündür "r"yi artık hiç söyleyemiyorum.</div><div>Nisan ve Güney çok erken konuştular. Özellikle Nisan 2 yaşına gelmeden "Hayvanlarını seven çiftçi onları hep korurmuş. Küçük kuzucuk da bundan çok mutlu olmuş." gibi öyküler anlatıyordu. Lakin bu işi 20 harfle falan yapardı. "Çüçüç kusuçuç mundan çoç mugyu oymuş" tadında bir bebek Türkçesiyle işi götürüyordu. </div><div><span style="font-size: 100%; ">6 yaşına kadar hem Nisan hem de Güney harf portföylerini 27'ye kadar çıkardılar. Çüçüç kusuçuç küçük kuzucuk'a dönüştü. Ama hala her ikisi de L-R ve Y harflerini aynı sesle Y olarak telaffuz ediyorlar. Güney, okumayı yazmayı söktü tek başına. Ama Resim yazarken bize soruyor "Remzi'nin R'siyle mi, Yaşar'ın Y'si mi, yoksa Lale'nin L'si miyle mi başlıyoruz?" (Remzi ve Yaşar kim olduğunu biliyor, onlara da selamı çakmış olduk)</span></div><div><span style="font-size: 100%; ">İlkokula gitmeden bu konuyu çözelim istedik. L sesini çıkarabiliyorlar (ben bile çıkarıyorum) ama dilleri tembele bağlamış sanırım cümle içinde hala "balık" yerine "bayık" kıvamında gidiyorlar. Ben de üzerlerine gidiyorum, L yerine Y söyledikleri zaman anlamamışa bağlıyorum. Tekrar, bu sefer düzgünce söylüyorlar. Güzel söyledikleri zaman gaz verip tekrarlatıyorum. </span></div><div><span style="font-size: 100%; ">Bu yazı bahane olsun, bu çalışmalar esnasında Nisan'ın "Elli" yerine İngiliz aksanıyla "Ally" deyişini, Güney'in "Yıl" demek isterken "Lıy" deyişlerini kaydedeyim bugün yarın. Gelmiş geçmiş en neşeli sesler arasına girsin.</span></div><div><span style="font-size: 100%; ">Kısacası L eğitimimiz ilerliyor. Yakında sonuç alırız. Lakin daha işin bir de R eğitimi var. Ki genetik miras gerekçesiyle R'yi söyleme ihtimalleri eminim daha az, e bir de evdeki 4 kişinin 3'ünün R'siz konuştuğunu düşün. Çocuklar R'yi bizden ya da birbirlerinden duymuyorlar da. Kısacası bu iş zor, çok zor yonca derken iki gün önce Güney (ki L'yi hala epey zor söyleyen Güney) kendi kendine bir oyun oynarken efekt yapıyor ve "tıkırrrrrı da tıktırrrrr" diye bir ses çıkarıyordu. Adamda R söyleyebilme yetisi varmış da keyfinden söylemiyormuş onu anladık. Hani birinci günden "Yeleler" (a.k.a yeyeyey) demesini beklemeyiz de, büyüyünce ağız dolusu bir "Re re re ra ra ra Gassaray Gassaray Cimbombom" çeker artık. </span></div><div><br /></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-63698086267948960272011-11-21T15:07:00.005+02:002012-03-01T16:16:50.898+02:00Vay Seni İber-i-a<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCC9WGWANj6EJWL_9ilQwLxw2XxzXGPrb74gRZ7JoZfxDVDC1yT7aRfmvhww7ppv6RAreVGjVooD9r03gdCfM0E0oR3tttSdLI7SYwfCFdPExRvKPjpWizCVLOm3l0cJIH4cZPgi2DDcM/s1600/5933004145_ca20dea7e3_z.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 214px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5714541972790402530" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCC9WGWANj6EJWL_9ilQwLxw2XxzXGPrb74gRZ7JoZfxDVDC1yT7aRfmvhww7ppv6RAreVGjVooD9r03gdCfM0E0oR3tttSdLI7SYwfCFdPExRvKPjpWizCVLOm3l0cJIH4cZPgi2DDcM/s320/5933004145_ca20dea7e3_z.jpg" /></a> <br /><div><span style="font-size:100%;">(Kasım'da başladığım bir yazıyı şimdi bitirebiliyorum, okuyucuya olan saygımız cümlesini kullanmanın tam zamanı)</span></div>Nisan ve Güney'le yurtdışına gitmeye, Nisan'ın tabiriyle, ba-yı-lı-yo-rum. Bir vesile bu sefer de yolumuz İspanya'ya düştü ailece. Birinci durağımız Madrid'den beklentilerimiz şuydu. Yolda tesadüfen Arda Turan ile karşılaşmak, Sol meydanında Sol yumruk havada poz vermek ve Guernica'yı görmek. Arda, milli maç arasından ötürü Türkiye'deydi denk gelemedik, Sol meydanında çektirdiğimiz fotoların olduğu telefon çalındı, Guernica'yı da ailenin ben hariç geri kalanları gördü. <br /><div>Yine de geziye damgasını vuran İberia oldu. </div><br /><div>Önce Madrid'e indik. Nisan'ın İspanya'ya giderken 5 kelime İspanyolca öğrenme hedefi vardı, demek oluyor ki öncesinde hiçbirimiz zerre İspanyolca bilmiyormuşuz. Taksici bilmezliğimizi umursamadı. İspanyolca anlata anlata yola çıktı. Gitmek istediğimiz yer Madrid'de stüdyo bir ev. Öyle bir yer ayarlamışız 5 günlüğüne, otel motel değil. Seyahatin en başında gideceğimiz yerin görevlisiyle taksiciyi konuşturduk ki çözsünler kendi meşreplerince. Yine de Google Maps'ten takip ediyorum ben inceden - doğru yolda mıyız diye. Bir ara uzaklaşır gibi olduğumuzu düşündüm ve taksiciye o hayat değiştiren iki kelimeyi söyledim. </div><br /><div>"Adress..OK?" </div><br /><div>Dememle birlikte dayı frene asıldı, durup tam sağ yaptı ve bambaşka bir tarafa gitmeye başladı. "Oooo Andres Otel" diyerek konuşmaya başladı. Anlamıyorum ama muhtemelen "Andres Otel'e gittiğinizi niye söylemediniz. Ben sizi Ziverbey'den götürüyorum. Andres Otel dedin mi E-5'ten gidecektik. Bu saatte minibüs caddesinde çok trafik vardır, niye soktunuz beni buraya. Peşin peşin söylesene Andres Otel'i. Ohooo Andres Otel'miş ya.." diye nefes almadan konuşuyor. Ben de başladım </div><br /><div>"No Andres Otel. Adress adress. OK mi diye sordum. Telefon telefon. Amigo telefone adress. Ayşen dinlemiyo ki herif. Skicem Andres'ini de sormaz olaydım. Stop stop. Dayı. Sinyor. Stop por favor. Please. Go to the normal otel. Abi gözünü seveyim manyak mısın nerelere soktun bizi gecenin bi vakti. Nasıl dandik it bir herifsin, senin toynağına takkene sıçayım. Bitirdin bizi ya. Hayvan herif."</div><br /><div>Nisan'la Güney o kadar gülüyor ki çaresizliğime. Kızamıyorum da. Bu çok seslilikte az biraz kaybolarak vardık kalacağımız yere. Madrid'de ben iş-toplantı peşinde, ailenin geri kalanı ayak gücüyle yürüyüp gezerek vakitlerini geçirdiler. Bu başka bir yazının konusu. Son üç gün de Barcelona'ya geçeceğiz. Tüm güzergah için İberia'dan almışız uçak biletlerini. Madrid'de metroyla havaalanına gittik. Madrid metrosu normalde 1.50€ biniş ama sadece havaalanı durağı için 1€ daha verip ilave bir bilet almak gerekiyor. Almasan almazsın, kontrol yok ama değmez risk taşımaya deyip aldık ilave bileti. Tam iniyorduk çıkış turnikelerinde kontrol var. Oh be diyorum bir yandan, öte yandan bir kelek olmadığından emin olmak için biletin üstündeki küçük yazıları okurken "4 yaşından büyük çocuklar bilete tabidir" anlamındaki ibareyi gördüm. Hemen Nisan ve Güney'e polisler bir şey sorarsa elinizle 4 yapın dedik ve geçtik. Ki onlar da sormadılar.</div><br /><div>Havaalanına uçağa tam 1,5 saat kala geldik. İç hatlar uçacağız. Madrid-Barcelona uçuşu için güzel süremiz var. Check in yapmak için masaya gittik ki bir kadın iç hat check-in'ini sadece otomatik kiosklardan yapabileceğimizi söyledi. Gittik, ve tabii ki de kiosk bize 4 ayrı koltuktan bilet verdi. De ki 5A-15B-25C-35D. Oflaya poflaya masaya gittik kadın, no problem dedi. Bilmeliymişiz ki İspanya'da no problem "boka battın çıkışı yok" demekmiş. Aldı cart diye yırttı bizim uçuş kartlarını. Herhalde 20 dakika falan uğraştı yeni uçuş kartlarını basmak için. Bu sırada 2 valizimiz var birisi 23 kg, diğeri 13. Toplam hakkımız 4x20 kg, yarısını kullanmamışız. Ama kadın 23'lük bagaj için ücret istedi. Bir saat onu açıkladı. Biz tamam deyip, hemen valizlerin ağırlığını dengeliyoruz. Sürekli ayrıntıda kaybolan yetkililer ve an be an gecikmekte olan biz. Kadın bunları anlatırken üç biniş kartını basmıştı. Tam dördüncüyü basacaktı ki "Aaa dedi. Şu an uçuş kapandığı için sistem yeni uçuş kartı bastırmıyor." Gitti, boş bir uçuş kartı buldu ve üzerinde binlerce harf-rakam-kısaltma olan o uçuş kartını harf harf tükenmezle yazdı. Artık bariz gecikmiş durumdayız. Kadın "Panik yapmayın yetişirsiniz" dedi. Meşhur tükenmezini eline aldı ve uçuş kartlarından birisinin üstüne "RSU" yazarak şöyle dedi. </div><br /><div>"Şu ara kapıdan aşağıya inin ve RSU kapılarını takip edin. "</div><br /><div>Barajas Havaalanında şöyle bir vaziyet var. JKL (ya da öyle bir şey) kapıları bir terminalde RSU başka bir terminalde. Bizim bilette 50J yazıyor ama kadın RSU'ya yönlendirdi. Demek ya kapı değişti ya da geç kaldığımız için kadın bir kestirme çözüm buldu bizi uçağa otobüsle yetiştirecekler gibi hülyalara kapıldım. Esas sorun şu ki iki terminal arasında bizim füniküler benzeri bir ulaşım aracı var ve on dakika sürüyor. </div><br /><div>Madrid fünikülerine binerken oradaki görevliye "Hacı abi bizim uçuş kartında 50J yazıyor ama abla bizi buraya gönderdi" sorumuza "Si si no problem" diyerek bizi bindirdi. Yeterince uzattığımın farkındayım ama bunun gibi 10 ilave salaklık sonucu İberia bize uçağı kaçırttı. Meğer İberia'nın rutiniymiş bu. </div><br /><div>İberia ile üç gün içinde yaptığımız iki yolculukta başımıza gelenler, uçak kaçırma-bir sonraki uçağa biniş kartı olmadan <span style="font-size:100%;">"pardon ya bizim hatamız, binin bi sonrakine" diyerek verilmiş</span><span style="font-size:100%;"> üzerinde tükenmezle 58J yazan bir kağıtla binme(düşüp ölsek o uçakta olduğumuzu bilen yok mesela)-yolcuları başka valizleri başka terminale gönderme-yolcuların valiz almadan dışarı çıkmasını başarma-sebat edip valizlerinin olduğu bantı bulan yolculardan bizim valizi komple kaybetme-iki gün sonra getirme-dönüşte "e siz giderken uçamamışsınız o yüzden dönüşünüzü de iptal ettik" diye biletimizi yakma-özür dileyerek verdikleri barcelona-madrid uçağının aslında bir orlando-barcelona-madrid uçağı oluşu (evet bostancı-yenikapı-bandırma feribotu gibi) - o nedenle İspanya içi bir yolculuk için pasaportla çıkış ve giriş yapma - valizlerin bir tur daha başka bir banta gönderilmesi vb.vb. sürekli bir dayak yeme halindeyiz İberia'dan. Müşteri şikayetleri bölümünün önünde binlerce kişi. Herkes perişan. Canımızı kurtardığımızla kaldık :)</span></div><br /><div><span style="font-size:100%;">Tabi Barcelona'nın yerlisi bir gençle muhabbet ederken içimi döküp bu olayların bir kısmını anlattığımda iki tespitle döndü bana. "1. İberia İspanyol olduğu için böyle. İspanyollar salaktır, biz Katalanız. 2. Abi siz dünyanın en iyi havayolu THY ile niye uçmuyorsunuz? (Reklamın gücü)"</span></div><br /><div>Üzerimizden bir İberia geçmiş, valizsiz ve yedek giysisiz kaldığımız Barcelona'daki ikinci günümüzde bir de kapkaç vesilesiyle bir iphone çaldırdık. Ve Ayşen'in "Daha da gelmem İber yarımadasına" sözleriyle bitirdik.</div><br /><div>Dönüş kazasız geçti. Sadece Nisan ve Güney'in uçakta zembereği boşanmışcasına herkesle iletişime geçip, ortamı Avrupa Kupası maçından dönen Türk takımı uçağı coşkusuna taşımaları var haber değeri olan. "Kaç yaşındasınız?" diye soran birisine de "6 yaşındayız ama metroya bedava binmemiz için annemle babam 4 dedirtiyor"la kapanışı yaptılar.</div><br /><div>Nisan döndüğünde hola-toro-gracias -muchos gracias - por favor demeyi biliyordu.</div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-71417584636011333442011-07-27T11:12:00.009+03:002011-07-27T12:58:18.709+03:00Periler ve Gerçekler<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhT-hlL8_3KE_g8Sws1ley597IqGLqzcwLTCvtr4kDTjCYQ3Ls9DUU8j12lKMcK4o-BsFyvZF4dk7weeyzbe07tjJLZulfmUHNQ9nwK05LoROyHxSSR_nQUEKjqwxjz126LbhLu_wYqCMI/s1600/DSC04776.JPG" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 240px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhT-hlL8_3KE_g8Sws1ley597IqGLqzcwLTCvtr4kDTjCYQ3Ls9DUU8j12lKMcK4o-BsFyvZF4dk7weeyzbe07tjJLZulfmUHNQ9nwK05LoROyHxSSR_nQUEKjqwxjz126LbhLu_wYqCMI/s320/DSC04776.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633965889543500162" /></a><br /><div style="text-align: left;">Yeni neslin ana-babaları olarak hayatımızı çocukları mutlu etmeye adıyoruz. Bazen geri tepiyor. Bizim neslin imkansızlıktan aldıgı haz, ufacık şeyle mutlu olabilme yetisi eksik kalıyor. Mesela sabahtan akşama kadar hayvanat bahçesi, çocuk parkı, piknikle geçen günün sonunda akşam pelte gibi eve geldigimizde kanapede bayılırken Nisan ve Güney "Ne? Bebeklerle oynamayacak mıyız? Japon kale maç yapmayacak mıyız? E hiç birlikte oynamadık ama?" diyebiliyorlar. Biz olmuşuz Japon kale, ben hiç yapmamışım anam babamla Japon kale maç.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div>Komple de tatminsiz olmadılar çok şükür, akülü araba diye aglamalar, demir scooter diye tutturm alar olmadı. İmkanların farkındalar.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div>Bu aralar patır patır diş döküyorlar. Zaten ailede sakarlık bol bulunur meziyet oldugundan, süt dişler hep çarpılmıştı. Her diş gittiginde, diş perisi hediye getiriyor. Noel Baba'nın tevatür oldugunun 1,5 yaşından beri farkında olan Nisan ve Güney, gecenin 2'sinde çıkan dişe bile hediye gelince diş perisine kesinlikle inanır oldular. Benzin istasyonlarına müteşekkiriz bu arada.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><div>Güney bir gece aglayarak kalktı, dişim dişim diyerek. Alt ön iki dişten biri zaten çıkmış gitmiş, digeri de aşırı sallantıda. İlkini alıverdik. İkincisi için Erdem "acaba ip mi baglasak mı?" dedi. Güney aglayarak "yok gerek, gerek yok, gerek merek yok, ne gerek ip mip" diye haykırıyordu. İkisini de çekince Nisan'ı uyandırmaya çalıştı. "Nisancım uyanabilir misin? Bak dişlerime?"</div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGZhinddJPS61wNeMjSk2LXc02WjfECxqvbI6ZPJ66HqEe5Oefx2rqHgsl2DOPWSV8VsuQjsuoxl9QByde4H5-82MGVQvI5T0_48-kLSKLxongpyrkCi6dSKdvYlRe32sw_l4IRgvybKM/s320/foto%25C4%259Fraf.JPG" style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 240px; height: 320px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633961994474858290" /><div>Nisan uyanamadı "Ya Güney sabah bakayım n'olur, gözümü açamıyorum, sen de hemen yat, diş perisi iki dişe iki hediye getircek, geç olursa gelemez bak" dedi. Güney'in öyle bir yataga çıkıp yatışı vardı ki...</div><div>Sabah yatagında 2 hediye görünce; "Aaaa bu diş perisi gerçekten çok tatlı, beni de seviyo, 2 hediye birden getirmiş.Ne istedigimi nasıl da bilmiş" diye mutlu oldu.</div><div><br /></div><div>En son Nisan aynı günde 2 ön dişini kaybetti. Gece diş perisi geldi. Sabah "Ay bu diş perisine ba-yı-yı-yo-yum." çıglıgı ile uyandık.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Hayat; onların bu delice mutlu anları adına güzel, en büyük coşkunuzu alın, 1000 ile çarpın; işte o mutluluga seyirci olmanın tadına biraz yaklaşabilir.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Bir de diş perisine degil, Külkedisinin perisine ihtiyaç duyan çocuklar var; dünyanın her yerinde, hatta uzaga gitmeden; kendi cografyamızda, belki de mahallemizde...</div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Dünya; çocuk gözünden bambaşka, savaşlar içinde, depremler altında, yokluk ortasında, çocukların dilekleri hep mutluluga dair, mantıktan uzak, neşeye yakın.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Capitol Dilek Agacı projesini duydunuz mu bilmiyorum. Kocaman, bembeyaz bir agac var Capitol'de. Dallarında 1500 dilekle açmış. Mardin'li çocukların dilekleriyle. Pamuk Prenses elbisesi istiyor biri, ayagındaki burnu açılmış ayakkabılarına bakarak. "Pempe sehat" yazmış pembe saat umuduyla bir digeri. </div><div><br /></div><div>Bu ülkeye dair son zamanlarda beni en mutlu eden olay, bu 1500 dilekten sadece 165 tanesinin kaldıgını ögrenmek oldu. Ölmemişiz daha, tükenmemişiz ülkece. Hala anlayabiliyoruz demek çocuk umudundan. Çocuklar en çok bisiklet istemişler ilk dilek olarak. Alınmış hediyeler arasında yanyana bir sürü bisiklet gördüm. Kimse yerinmemiş, üçün beşin hesabına girmemiş, pembe bisiklet isteyene pembesi gelmiş, hatta birisi arayıp bulmuş; pokemonlu'sunu almış tam da dilekteki gibi. Ve onca hediye arasında bir anıt gibi duran çamaşır makinası. Dilegin sahibi küçük yürek; "annem hep çamaşır yıkıyor, çamaşırı makina yıkasın, annemin benimle geçirecek</div><div> vakti kalsın" dilemiş.</div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Biz iş yerindeki tüm kızlar birer dilek perisi olduk. Tarihten gözlerimi dolduran bir isimle geldi; perilik bahşetti, mutluluk verdi bana, Mardin'den, adıyla yaşayası, sevgili Mazlum Dogan. </div><div style="text-align: center;"><br /></div><div>Son 165 dilek; sonrası eylülde okula gülerek koşan yüzler olacak. Hayatlarında belki de tek kez; istediklerini dileme hakları oldu.</div><div>Yaşanan her şeye inat, bir çocuk gülümsemesi ile yine de güzelsin hayat!</div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEga_JN4M2tI_yudHTp-PkhPXCCkgpL6ucH3zUdkdpttqz0jixlB1vdYQc2dSek1awfPIWIz4mitxeSG2MtwVGYo8C7XuZV1m5_s4KpRJtfh8fVe-XH6ZmHPpIVKA8FCi-6urLUUGAbwLQ4/s200/DSC04593.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 150px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633963886896636978" /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOYJHfXjdEG7u2eKR0At6yVd4wI_pF9OPj_sRje02ssZuvGQ0s33cLwfk-KmIAn_y59-75a9tFeuJXo7mNDlvwWyogcB00IjmrQKmOazCZfHkatQ60-IxeDndJ6czfssEc-z4ei3q5tzM/s200/DSC04793.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633963883145999010" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 200px; height: 150px; " /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwFKMsm7ExpTIkQaSluRk7AyUX8OKoL0_dZt9AT3sjXMRaR6_2GqmiBQH_yeWaortkwA_LtE8XVarPok2S_pJbpphpnSkRxrkaBcXaMYpsKxbYGrFoumyG6A0X4GJwzwkFEuwlTpHQzis/s200/DSC04617.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 150px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633963881933194754" /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWmPoKAaXZrco64dDslOcho3YrsXXACENagCbVDJ4akmkaiFwi389V3HuUereiGO4Tn6cwFgdO09-nbDoGKZpaXzTc6vh5g5JVa1WkI84maGNpaiPN-THBpGVMppqqcJfYhm2JjsF1S0M/s200/DSC04612.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 150px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5633963881869141058" />Queen I. Ayseneviçhttp://www.blogger.com/profile/14444743476477838242noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-75230188884194054752011-06-02T00:23:00.010+03:002011-06-02T01:36:46.472+03:00Yine Yeni Yeniden<div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: left;"> Uzun bir ara vermiştim. Onca dert, çaba, neşe, coşku arasında biriken sayfalarca anı oldu. Kronolojik yazayım, dur videoyu bulup öyle yazayım derken hep erteledim. Ama bu gün güzel bir süpriz oldu. Blogger'lığımı hatırladım yeniden. Dettol'den kargo geldi. İçinden parmak boyası ve yeni sensörlü sabunları çıktı. Nisan ve Güney'in heyecanı, benim bir blogcu anne olarak hatırlanmamın coşkusu ile kendimizi yerleri, duvarları kah isteyerek kah sehven boyarken bulmamıza sebep oldu. Hemen boyaları denedik. Bir ikiz annesi çok boyutlu düşünebilmelidir; ama</div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtQML8jigb-hy4VQxopHtPKPlY5W9HlodadWasjIRxlm6IceNqOrTL30oV-WOEA5FhrIqjS_LQ6PywpqCPj-xtHOoiJK-dV5ckZqIqFZvEwS14snkPgX0cwad9GFszoRqGlwCU3729ofY/s320/DSC_6555.JPG" style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 214px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613374568515298754" /> bu sefer zaman zaman fotoğraf çek, halıyı koru, parkeyi sil, Dettol'ü kurcala derken az daha beynim akacaktı. Gerçi faaliyet sonucu ben evi kısmen eski haline çevirmiş, Nisan ile Güney'i küvette paklamış iken ikisi bir gelip "sağol, çok eğlendik" dediler ya, gene değdi her şeye, tavanı bile boyamış olsalar değerdi.<div><br /><div>Dettol'e hem süprizleri için, hem bizi yeniden çılgınlığa teşvik ettikleri için, hem Nisan ve Güney'in içini açıp lavaboda köpürtüp ziyan edemeyecekleri bir sabun tasarladıkları için, hem </div><div>de beni bloga döndürdükleri için teşekkür ederim. </div><div>Bundan sonra "Ay 1 Mayıs'ı yazmadan Haziran'daki yılsonu gösterisini yazmayayım", "Şu lirik dans hikayesi çok komik, yazayım ama saat 11 olmuş, şimdi geç oldu uzun sürer" demek yok. Çala kalem, ne zaman ne istersem, kısa kısa ama sık sık yazacağım. Özlemişim.</div><div><div>Buyurun, sözü uzatmadan sizi sanatsal çalışmalarımızla ve felaketimizle baş başa bıra</div><div>kayım yeni format gereği...</div><div style="text-align: center;"><br /></div></div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg52dFSsrEIsG3LE-TfJTrBkK9skInIljGU2L6_fhHeoHkcG2zoOTnycaQ7YSp51IqMzXpcU8XtrxV4vbp79Qjev8Bin5yDelFkaNX5JWhFEurlHp25CeTLZZiWDT-sTcQtbxgA2hRp8P8/s320/DSC_6802.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613379384592162466" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 214px; height: 320px; " /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzLRDdDm1z2_dbiT6oDQxjZFd0Kt7MoHHiifG_axX4ocgDmcj3ODPVNfyx5haWFz_MjgtIAZOHMkqW2XDmPacuRApWhmKY4BwoUJ7JbH2Y5Vn5V_eyVoW7MeE2byJXjzaPbMOSRrenvnM/s320/DSC_6792.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613379380889413314" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 214px; " /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHqvC5TjNwMzQWJcKwc-TTB_VZG71N7y1g8OXNFWNBrTXeDb4E2Txv2D1DSU9J-IDwg8GLuzvkw_-bU_MkdNRCOGxtCEDbmZelrNJjvGMN6PWX6wFgI_8oQ10FOWTCoc0D3E5Ir8hSX5A/s320/DSC_6769.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 214px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613376187585080914" /></div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8wV2DPalqTwjRRrLcwGnrtRPQukh0g5dWuSGRoppc6FORLOyu7AeT-FSIBFJ3x-VttedCoBOJuFL-9kfhMC-Qh5JyQ8NZ41NiCOpVS025fbFG2PlB3E9Bx9Tz18N4HaYYkxgFF3qPwjw/s320/DSC_6764.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 214px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613376182393613250" /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1kAsEv64kMOBD7bT4oyYCRDBosiM92rwszFDB0M5BelAb2pD1CTn0lKl-R5olTaAbBEUIajIiGw65b56vW_wOhRAMpZQVuz_xjyvQWN6s1L_KP9XfqHaTU_ZiT3CQJ-3iCUt5E4H9UFk/s320/DSC_6584.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 214px; height: 320px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613376180904274098" /><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhC9CE6ogFNTlS8V6_Bw8CKrulkbVY-A1WdY4KGsJwcqBLli4pjbkdnzdL2N5q5oMe1rDMLQ06S81MJTn7i4hGlFc412GswDAmWH2uIq9iHQfqc4q64FKqH8vFN3SU7G3ibqd1b-_jZ0Ck/s320/DSC_6738.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 214px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5613376177130426674" /></div><div><br /></div></div>Queen I. Ayseneviçhttp://www.blogger.com/profile/14444743476477838242noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-69083948213153838662011-01-19T23:21:00.005+02:002011-01-20T00:29:03.987+02:00LunaparkiPhone, Playstation, Lego falan hepsi pederşahi işler ama çocuk en çok lunaparkta eğlenir efendiler. Biz de öyleydik, bugün de aynı, bence yarın da değişmeyecek. (Cümle yapısı gereği serbest çağrışım <a href="http://bit.ly/fM9UVp">http://bit.ly/fM9UVp</a> )<br />2003-2007 arası İzmir'de yaşarken, Karşıyaka Girne Caddesi'ndeki lunaparka 200 metre mesafede otururduk. Çocukluğu harcadığım atarici de oradadır. İzmir Fuarı Karşıyakalılar için fazla sezonluk ve fazla İzmir'dedir. Evet fuardaki lunapark daha bir candır, daha yeni ve çok sayıda alet vardır ama Girne Lunaparkı daha bizdendir. Kuyruk az olur, neredeyse 365 gün açıktır. Biletler daha ucuzdur. Arada Gümüşpala'nın çocuklarıyla takışırsın en kötü. E fuara da Kuruçay'dan falan az mı it kopuk gelir, aynı hesap.<br />Nisan'la Güney'in ilk lunapark macerası burada gerçekleşti. Tabi şöyle bir değişimi unutmayalım. Bizim zamanımızda var olmayan alışveriş merkezleri ve alışveriş merkezlerinin içine kurulan 0-6 yaş ötesine pek hitap etmeyen çocuk lunaparkçıkları. Nisan'la Güney burada bir miktar mesai harcasa da, içinde Balerin olan ilk lunapark deneyimleri Girne'dedir. (<a href="http://www.youtube.com/watch?v=wkyoRyJFYiU">http://www.youtube.com/watch?v=wkyoRyJFYiU</a>)<br />Herhalde 7 aylık falanlardı kucağımızda ilk Elma Kurdu deneyimini yaşadıklarında. Güney, erkeklikten mi tarz farkı mı neyse artık severdi böyle hareketli gürültülü eğlenceyi. O gayet eğlenedururken Nisan hafiften panik olmuştu.<br />80'lerin tasarruf toplumunun çocukları şanslı. Erişemediğimiz ne varsa çocuğumuz mahrum kalmasın istedik. E special thanks to People's Republic of China. Her şey daha ulaşılabilir, her şey görece ucuz. Öyle olunca bizimkilerin Türkiye'nin bilimum lunaparkında atlıkarınca deneyimi yaşaması şaşırtıcı değil. Yine "biz yaşayamadık onlar görsün" anaçlığı ve babaçlığıyla Paris Disneyland da gördüler, İsveç Djurgarden (?) lunaparkında Uzun Çorap Pippi temalı vakit de geçirdiler.<br />Bu haftasonu bir vesile Bostancı Lunaparkı'nda bitirdik geceyi. İzmir'deki en şahane üç arkadaşımızla birlikte. Gece 11, bir grup apaçi, bir grup cadde çocuğu ve biz. (Apaçi demek ayrımcı mı bilmiyorum. Ama seviyorum tabiri, hem ne anlattığı aşikar, hem de yakın hissediyorum kendimi apaçi dediğim çocuklara. Eğlenceli kendi halinde tipler.)<br />Bir iki atlı karınca, dönen salıncak deneyiminden sonra görmemiş 80 kuşağının iki üyesi oranın şaşaalı aleti Star ejection'a binmeden duramadık. Ki kendisi 5 biletti, ki babaları asla lunaparkta eğlenmeyen bir nesildik, ki acayip yukarı fırlatan bungee jumpingvari bir düzenekti.<br /><a href="http://video.yahoo.com/watch/7973943/21127243">http://video.yahoo.com/watch/7973943/21127243</a><br />Nisan ve Güney'in korku dolu bakışlarını unutmayacağım. Kendi çocukluğumdan babamın Karadeniz'de yüzerken bir kaç metrelik dalgalar arasında bir yok olup bir görünerek yüzdüğü günü hatırlarım. Sıkı korkmuştum. Çocuklara bu iç titremesini mi yaşattım bilmiyorum ama iyi fırlattı şerefsiz. İndiğimizde uzaydan gelen astronotların ailesiyle sarılma anını yaşadık allahıma. Nisan'la Güney'de bir "benim babam ne adammış" bakışı ki, uzaya gitmeye ne hacet.<br />Ertesi gün daha da kalabalık bir dost meclisi Karaköy'de kahvaltı ettik. Sonrasında da iskeleye boynum kalınlığında zincirlerle bağlı vapurlara bakıyoruz. (Çocuklu aileler çok ilginç şeylere bakarlar.) Zincirin üstü silme midye. Güney özendi, küçücük siyah midyelerden istedi bir tane. Anam durur muyum. Demire tutunuyorum, bir arkadaş elimden tutmuş dizim Boğaz'da, üstüme Haliç'ten su sıçrıyor. Güç bela bir midye kopardım komple deniz suyuna bulanma pahasına. Güney mutlu, ben yakayı kurtardığıma mutluyum.<br />Nisan, izleyici, geldi operasyonun sonunda. Yağmur soğuk soğuk yağıyor, yanakları pembeleşmiş. Saçları ıslanınca daha da bir güzel salınmış aşağı doğru. Elleri belinde, gülerek "Ne kadar da cesursun." dedi.<br />Ben daha ayılamadım.Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-80187478696052073842011-01-12T00:15:00.002+02:002011-01-12T00:38:51.445+02:00Ağzı Penalı Çocuk<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNVj2oY1oLLb9TvRR90JC4SZ2fORdp_nHL0kB8XOJUGaCEhaC92Sa9xcoVePyKB4eUbFg2IfKWc8GNJloe0L_K8VCzoS0C6lJGhdJnLO4oPusuY_7hsMrEh8wVB40masE_0iWdfI9FjAg/s1600/cihan+%25282%2529.jpg"><img style="text-align: left;display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 320px; height: 288px; " src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNVj2oY1oLLb9TvRR90JC4SZ2fORdp_nHL0kB8XOJUGaCEhaC92Sa9xcoVePyKB4eUbFg2IfKWc8GNJloe0L_K8VCzoS0C6lJGhdJnLO4oPusuY_7hsMrEh8wVB40masE_0iWdfI9FjAg/s320/cihan+%25282%2529.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5561061036407869074" /></a><div>Blog'un adı da kendi de Nisan Güney. Ama her yazının öznesi Nisan Güney olacak değil ya. Ki içinde Nisan ve Güney olmayan hangi harf var ki bende, ne yazayım onlarla.</div><div>Ben hep elim cebimde gezdim herhalde baba olana kadar; şimdilerde "Günün birinde şu eve elim cebimde girmeyi de görsek.." diye sızlansam da hiç demirbaşım olmadı. Ara ara kitap, rakı, çiçek, sigara, pankart, telefon, bilgisayar, puset tutsa da elim hep "herşeyci" idim, "birşeyci" olmadım. Ona ise hep aynı şeyi taşıttık. Omzundaki gitar kılıfı izinin müsebbibi biz istedik ki konuşalım-gülelim-sarhoş olalım-aşık olalım-bir bira daha açalım-çay demleyelim-susalım-susamayalım; ama fonda hep o olsun. Sam, bir daha çalsın istedik. Sağolsun , hiç de susmadı. Bir eliyle akort yapar, penayı iki dudağına sıkıştırırken yakalamaya çabaladı lafı. Sahneyi hiç bırakmadı, biz izledik. On metrekarede yirmi kişi götgöteyken de; bilmem kaç binlik amfitiyatroların serinliğinde de sakin sakin coşturdu bizi. Biz hep güldük. O sahnedeyken, sahne hep doldu.</div><div>En mutlu günüme "Belle" ile ses oldu, iki gitar teliyle bana benim aşkımı çaldı, gözüm yanardağın lavını-külünü kollarken "Hani Hayat Bir Oyundu?" diye sitem etti. Kendimle en çok, oğlumla en çok başbaşa kaldığım anda; en yalnız en çaresiz günümde bildiğim en Batı yerde bildiğim en Güney'le bir faltaşı gibi açtırdı gözümü ki "Harap olmuştuk aşktan..." Fala hiç inanmadım, ama onun çıktığı falı reddetmek ne mümkün. Fal ne diyorsa desin, biz onun çıkacağını biliyorduk. </div><div>Cihan Güçlü, senin şansa mansa ihtiyacın yok. Bana kalsa isteyecek bir şeyin de yok; müzikle ne kadar iz bırakılırsa kalpte o kadar sesinin izi var her gün bizde. Çalmasan duramazdın, çaldın sen de. Ben de yazmasam duramazdım. Yürü Cihan, penayı koy dudaklarının arasına yürü. Yürürken mırıldan bir şeyler de dinleyelim. Yoksa, çok sessiz burası.</div><div><a href="http://www.cihanguclu.com/">http://www.cihanguclu.com/</a></div><div><br /></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-72494034415323214252011-01-11T23:32:00.002+02:002011-01-11T23:58:13.635+02:00Naturel<div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTP5PO7O8hNMcVmL3iJUW-CVvF5_SlXlwpWrIc8tzY-Maht_0dv9nKUud8Qe5F-Y-ILVKVzyr18s-JN8brOqZ3GcST_oaD4c4iqCtj5V07g4sgx-YoVsgNUaUwLtyYjVzSqEQLN_w06NY/s1600/wilhelm-nietzsche.jpg"><img style="cursor:pointer; cursor:hand;width: 255px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiTP5PO7O8hNMcVmL3iJUW-CVvF5_SlXlwpWrIc8tzY-Maht_0dv9nKUud8Qe5F-Y-ILVKVzyr18s-JN8brOqZ3GcST_oaD4c4iqCtj5V07g4sgx-YoVsgNUaUwLtyYjVzSqEQLN_w06NY/s320/wilhelm-nietzsche.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5561050966534075186" /></a></div><div><br /></div>Twitter'dan mı öğrendik, yoksa "Özet geç lan piç" diyen incici ağzının etkisi mi uzun yazmak istemiyorum. Yazmak istiyorum.<div>Nisan ve Güney iki hafta sonra 5 yılı bitirmiş olacaklar. Koca çocuk oldular, beş yıl içinde totalde iki hücreden iki küsür metreye geldiler; ama sanki ben daha çok değiştim. Onlar mı daha çok öğrendi, biz mi kapışırız. </div><div>Herkesin bildiği en doğru sözüm yok, bizim doğrumuz da çocuklara içinde din olan hiç bir şey öğretmemek oldu bugüne kadar. Anne baba da olsan, et tırnak falan ne ise işte; din şahsi mevzu. İsteyen öğrenme yaşına gelince, arar öğrenir kendisi. Ben kimim ki birine din öğreteyim, ne haddime.</div><div>Tabi bu ülkede dinin sosyal-psikolojik yan unsurları var. Bu yazıyı okuyan çoğu insana ilk korkuları ve sınırları dini öğelerle öğretildi. Haliyle bunu da ikame etmedik, boş kaldı o duvar. Asmadık bir çerçeve.</div><div>Şuna geleceğim, Nisan ve Güney envai çeşit soyut kavramı hayatlarına alıp tepe tepe kullanabilecek kadar geliştiler ama ölüm, cehennem, günah, haram gibi kelimelerin altı tamamen boş onlar için henüz. Ürpermiyorlar bizim gibi. Ölüm, onu önyargısız algılayan beş yaşındaki çocuklar için öyle basit, öyle doğal bir kavram ki; bu durum bizler için ölümün kendisinden daha korkutucu olabiliyor. Ölümü bilmiyoruz biz büyükler, korkarak algılıyoruz. Çocuk için ölüme gelene kadar, o kadar çok bilinmeyen var ki; ölüm şaşırtmıyor onu. </div><div>Dan diye geliyorlar bazen,</div><div> - Baba sen ne zaman öleceksin?</div><div> - (Hobaa) Ne bileyim oğlum. İnsanlar genelde yaşlanınca ölürler, ama başına bir kaza falan gelirse daha erken de ölebilirler.</div><div> - E bazı yaşlılar ölmüyor? </div><div>Hadi bunu toparladın da, şöyle çıkıyorlar karşına.</div><div> - Baba, biz Nisan'la aynı anda doğduk ya, hangimiz önce öleceğiz?</div><div>Aklımız "Töbetöbetöbe, ağzından yel alsın, allah gecinden versin, şeytan söyletti, bismillah, eüzübillahi"ye de çalışmaz ki bu ünlemlerle savuşturabilelim :) </div><div>Bu soruyu göğüsleyebilene aşk olsun, öyle kalıyorsun. Nietzsche falan birileri bir el atsın da çıkışı göstersin bize. Çocuksun da her şeyi öyle naturel algılama di mi, Allahtan kork derler adama.</div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-81056734943907192592011-01-10T23:04:00.006+02:002011-01-11T00:24:00.479+02:00Kaza RaporuSon dönemlerde sorana şöyle tanımlıyorum çocuk sahibi olmayı;<br /><div><div><div><div>"Abi kendine çok büyük bir eğlence ve çok büyük bir endişe yaratıyorsun."</div><div>Çocuğun ne kadar bal börek bir şey olduğunu çok anlattım, dileyen okusun aşağılardan. Ama bir de endişe kısmı var ki, anam anam. İlk doğduğu günlerde o kadar küçük bir canlının nefes alıyor olmasına hayret ederken, uykusunda nefes alıyor mu diye ister istemez; bir manyak gibi; dakika başı çocuğun soluğunu kontrol ediyor insan. Beş sene geçti hala değişmedi. Her gece, Nisan ve Güney rahat nefes alıyor mu diye kontrol etmeden uyuyamayız.</div><div>Bu denli sevip, endişelenip ve sakınıyorsun ama; çocuk işte. Nisan ve Güney de her çocuk kadar "iş kazası" yaşadılar. Ömürlerimiz orada kısaldı, saçlarımız o günlerde ağardı.</div><div>İlkini hatırlıyorum. Henüz birkaç haftalıklardı, bir apartmanın giriş katındaki çocuk doktorlarına gitmiştik. Bir sebeple, Ayşen ve Nisan içerde; Güney ve ben kapının önündeydik. Beşer harfli isimlerine bakmayın; ikisi ancak beş küsür kilo o zaman. Kucağımdaki Güney, nasıl yaptıysa kendini atar gibi savurdu. Acemi babaysak o kadar da değil, tuttum elbet. Ağaçkakan Woody gibi kafasını geri doğru çektiğiyle kaldı. Ama camdan gören Ayşen'in bir çığlığı var ki aman aman...</div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcvrTGFrT2XapS6zNU8iDj5rLxP_HmkQcpPFlKEkAS2LIHhyphenhyphenfFjOT9CimHsTriWeieKAzjYA2jgJqwQgt3yLHPKK6q1mGNwQ71Q0Tk0Dt6P2oe6DZnEcxf7llw6O_zl4bLOqXwfEIP8DY/s1600/woody-woodpecker.jpg"><img style="WIDTH: 229px; HEIGHT: 260px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5560685754276884434" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcvrTGFrT2XapS6zNU8iDj5rLxP_HmkQcpPFlKEkAS2LIHhyphenhyphenfFjOT9CimHsTriWeieKAzjYA2jgJqwQgt3yLHPKK6q1mGNwQ71Q0Tk0Dt6P2oe6DZnEcxf7llw6O_zl4bLOqXwfEIP8DY/s320/woody-woodpecker.jpg" /></a><br /><div>Bir kere de, 6-7 aylıklarken ikiz arabalarıyla Alaybey (Karşıyaka) Tansaş'ta alışveriş yaparken arabanın arkasına astığım torbaların ağırlığından arkaya doğru devrilmişliği vardı. Gözlerindeki şaşkınlığı hadi gel de anlat anneye :) <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx6BKKnyVioi3ziZKRgCcDZ4G21YKUVqa54sDKf3-jCOGVlBrZCVSv7df3Lpk_Ir1VE9PxOmTAPTTIg1XvmKScUQzgKcSY_iVjWGpy0F6Osk81BdkpXdIXa3eh2UAn1ws7AfiE0xu0IOw/s1600/coyote3.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; DISPLAY: block; HEIGHT: 211px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5560675070905610642" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC8CmYvQ9vhs2tONFfPsAkFeEEk5p5yozlsY1MM4PT8I2-xVMjYVmGd0VrEFWF0ZrvlGMeDdrO89WqtBDgzCji-yjJDEiscg77PHGDGrzaZ1NGpHy3FNYZULyfPdBi7wyUAtPXqfYUF0M/s320/southpark1.gif" /></a>(Yazıyı yazarken canlı yayında farkediyorum ki, kazaların çoğu da hamilik babadayken olmuş. Neyse canım buradan sosyal tespit çıkarmayalım, münferit olaylardan bahsediyoruz :)</div><div>Daha koşmayı yeni öğrenmişler. Yaş bir küsür. Güney kalorifer peteğine bir girdi ki kafadan, evin geri kalanı sallandı. Sanki ACME balyozuyla kafasına Road Runner çakmış Coyote gibi şişti bir kaç saniyede. </div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx6BKKnyVioi3ziZKRgCcDZ4G21YKUVqa54sDKf3-jCOGVlBrZCVSv7df3Lpk_Ir1VE9PxOmTAPTTIg1XvmKScUQzgKcSY_iVjWGpy0F6Osk81BdkpXdIXa3eh2UAn1ws7AfiE0xu0IOw/s1600/coyote3.jpg"><img style="WIDTH: 320px; HEIGHT: 240px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5560680856582194754" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx6BKKnyVioi3ziZKRgCcDZ4G21YKUVqa54sDKf3-jCOGVlBrZCVSv7df3Lpk_Ir1VE9PxOmTAPTTIg1XvmKScUQzgKcSY_iVjWGpy0F6Osk81BdkpXdIXa3eh2UAn1ws7AfiE0xu0IOw/s320/coyote3.jpg" /></a><br /><div>Beş dakika mesafedeki polikliniğin aciline gidene kadar da indi. Çocuk bünyesi nasıl güçlü, hücreleri nasıl da çılgınca yenileniyor yaşarken öğreniyor insan. </div><div>Sonra yaş iki oldu. Nisan ve Güney oynarken Güney ön dişini sert bir yere vurdu. Ağız kan revan; mosmor, diş düştü düşecek. Kaç dişçi gezdik o gün hatırlamıyorum. Hepsi "Bu diş iki güne düşer, çekmemiz lazım" dedi. Ayşen, anne kafası bambaşka işte, "Çocuk dişsiz kalmasın yenisi çıkana kadar, düşerse kendi düşsün. Vermem oğlumun dişini." dedi. Haftaya üçüncü yılı dolacak o kazanın, düşmedi diş. </div><div>Ev kazaları, yağ sıçramaları sandalyeden düşmeler derken; 4 yaşına ayağını bisiklet zincirine taktırmayı da yaşamak Nisan'a nasip oldu. Yıl 2011 Ginger Minger iyi gidiyoruz da aga, çocuk hala bisiklet sever; bisiklet biner. Ayrıma dikkat, orada bir anlam varmış. Bisiklete değil bisiklet biner çocuk:) Kendi binemezse de mahalledeki ablasının selesine biner. Kader kısmet değil işte, hayat zor ve acı. Ayağını oraya sıkıştıracaksın, yol oradan geçiyor. Büyüyor ve öğreniyorsun. Ayağını sıkıştırmadan olmuyor.</div><div>Artık yaş beşe beş var, kazalar seyrelir, dizlerdeki yara kabukları azalır derken son üç haftada yine inceden revire döner olduk. Nisan, okulda elmacık kemiğini sandalyeye çakmış. Ünvan maçı ertesindeki Mike Tyson gibi geziyor evde. Buz koyduk doktora gittik derken, bir iki hafta sonra Güney okulda kankasıyla kafa kafaya çarpışmışlar. Bizimki dili dışarıda nefes nefese koştuğundan kelli, dilini yarmış. Bu yaşta diline dikiş attırdı, façayla geziyor artist. </div><div>Herşeyin başı sağlık ne kadar gerçekse, çocuğun varsa gerçeğin karesi, ikiz çocuğun varsa bunun kübü, hele ikisi de sakarsa faktöriyelinin dördüncü kuvveti oluyor. Bırakınız oynasınlar, bırakınız eğlensinler ama abi, mümkünse artık kaza yapmasınlar. Yılı hasarsızlığı bozmadan tamamlasınlar.</div><div>Yine uzattım, finali dilinde iple gezen - bir haftadır yumuşak gıdayla beslenen Güney'e vereyim. (by Bay Gencebay)<br /></div><div>"...Dil yarası dil yarası en acı yara imiş</div><div>Dudaktan kalbe bir yol var ki</div><div>Saygı ve sevgidenmiş.."</div><br /><div></div><br /><div></div></div></div></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-23087700423512579732010-06-29T08:14:00.007+03:002010-06-29T12:00:22.754+03:00Basit Makineler<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEig4BEIYnrN8xzlynjLQqOaEpOpuKfrgtN56LiWSxiROUL68z8ZoI5toeH1J1j9rG0jIq19NTylpVOkcAiWC53A_5PfUR5qcrcKIeMSEnUDxEGm64_hVPLyqeUiI_yuS159KrdiwVq4OE8/s1600/IMG_0446.JPG"></a><div style="text-align: left;">Kaldıraç, makara, eğik düzlem falan işte basit makine dediğimiz. İlkokul, ortaokul günlerinin flaşlarından. Eğer ki ikiz çocuğun varsa (hadi tek çocukta da bir yere kadar kabul ederim) ömür basit ve basitin bir üstü makine üzerinde geçiyor. Hayatı kolaylaştırma, elleri boşaltma çabası işte.İkiz arabası hususundaki görüşlerimi paylaşmıştım <a href="http://nisanguney.blogspot.com/2008/08/chicco.html">Chicco</a> yazısında. Bu postu da bebek arabası üzerine yazma sözü verdim, zira anlatacaklarım var.</div><div>Bir sonraki yazının konusunu inceden ifşa etmek fena olmuyor. Bir taahhüt yaratıyor, insanın aklını topluyor. Dan Brown'dan, Aşk-ı Memnu'nun senaristlerinden öğrendik bu ayarları ;) Müteakip yazı Frenk diyarına bir güzelleme olacaktır efendim. Bilginize;</div><div>1 Mayıs'ta depodan çıkardık dedim ya ikiz bebek arabasını, aslında o bizim daha portatif anlar için kullandığımız küçük ikiz arabamızdı. Tatilde falan çok işe yarardı. Hafif, küçük, baston "stayla" bir ikiz arabası. Kelepir kapatmıştım Kemeraltı'ndan yıllar önce laf aramızda.</div><div>Bir haftalığına Paris Komünü'nün havasını solumaya giderken Ayşen ısrar etti "Gel şu iki arabadan birini tamir ettirelim, orada çok faydası olur." Gücüm yettiğince direndim, karşı çıktım "Hayatta da taşımam, büyüdüler hem, yürüsünler, alışırlar, araba bize yük olur, vesvese</div><div> yüvesvisü..." Sonunu söyleyeyim burda, n'olacak, Dan Brown kadar para kaldırmıyorum bu işten. Haksız çıktım. Badem oldum. </div><div>Fransa seyahatinden bir gün önce Ayşen, anne ve babasına bir biçimde tamir ettirtmiş küçük ikiz arabasını. Bir iki perçini kırılmıştı, oralara bir şeyler takmış bir bisikletçi mi neciyse artık. Araba iş görüyordu. Ben de bu kadar koordinasyonu görmezden gelemedim, yüklendim arabayı.</div><div>Çocuk sahibi olmayanlar bilmez, puset tarzı ekipmana ait özel bir uygulama var uçaklarda. Tıpkı el bagajı gibi son ana kadar elinde tutabiliyor, çocuğunu gezdirebiliyorsun uçağa binene değin. Ama puset benzeri materyal kabin içine almak için fazla büyük ve şekilsiz olduğundan tam uçağın kapısında hostesler "merhaba" derken, oradaki bir görevliye veriyorsun puseti bagaja bir yere koyuyor. Ne el bagajı ne de "normal" bagaj muamelesi. Biseksüel bir tarz, araf bir ortam pusetinki. Biz de uçağa binerken teslim ettik puseti, uçaktan iner inmez almak üzere.</div><div>Üç küsür saatlik yolculuğun sonunda, Bienvenue France'mi artık neyse, Fransa'ya hoşgeldiniz.</div><div> Kapıdaki görevlilerin İngilizce bilmemesini geçtim, THY'nin hostesleri bile Türkçe'yi unuttu. Öylesine bir iletişim problemi. Puset nanay oldu. Hala "ben bilirim"lerdeyim. Ne gerek veradı be Ayşenello taşıdık buralara, hayırlısı oldu kayboldu, zayi oldu. Oh.</div><div>Hayatımda ilk gördüm CDG havaalanında bagajları almaya gittik, bagaj hattında rötar yazdı. Siz geldiniz, sağ salim indiniz ama bagajlar 20 dakka takılacak süretecek bi yerlerde dediler kibarca. Bekledik biz de.</div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj983w_yakiGsTfXuYN3gdl6g9bX0-Wiio1HCcPSXSaFAogZEDA7giCv_kE9jLMN-JWLvc4T8RWAxxR5Rh173Xxeh0BnpOpwfazqaDh7kKka9dWtidd88zlvOx3US2urGHY_i8XrkTL_Ao/s320/DSC00083.JPG" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 240px; height: 320px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488092089766530594" /></div><div>Bagaj geldi, bavul geldi, çuval, valiz ne varsa geldi. Bizim ikiz puseti yok. Allahtan bir aile daha bekliyor onlarla birlikte durduk biz de. Artık ben anlatmaktan sıkıldım, sonunda kavuştuk basit makinemize. </div><div>Sonra ver elini Paris. Ve Paris'in dördüncü dakikasında tüm artistiklerimi yuttum. Euro'nun geçerli olduğu bir medeniyetteysen, yani kaldırımlar geniş, yani arabalar saygılıysa; bebek arabası hayat kurtarır. Rahatça akar gidersin, çocuklar yorulmaz, sen sürtersin. İkna oldum bu basit makinenin nimetine. Çocuklar boyunlarını zor yerleştirse de uyumayı başardılar. Yorulduklarında dinlendiler, enerjim fazla geldiğinde son sürat koştum puseti ite ite....</div><div>Ta ki....Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın Pere Lachaise'deki mezarlarını ziyarete gidene kadar. Kabristan her yerde kabristan herhalde. Zemin engebeli, bebek arabasının en fazla yük binen noktası bir yerde kırılıverdi. Orada bile arıza ben. Atalım gitsincilik yaptım. Ayşen direndi. </div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDy8lfFEyqZX4izl4aQx-xEMcPFVSt-4aHvKEb_MPrWxUmC4pEco5mhGe1dMFiQ55D6ZYo0w6gI-bZm9LKQ29bg3K3Qk0fnvlReFNZpntLDLtm7RAoAx1uBH5gX9hCa3OEgxpE_gNUIoE/s320/DSC00834.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488115501266431202" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 240px; " /><span class="Apple-style-span" style="color:#000000;">Bundan sonrası gerçek hikaye işte. Paris'in sokağında, barında, Disney'inde, landında, kafe'sinde, kümesinde kah inşaattan plastik kablo bağı araklayan, Cezayirli bakkaldan keten ip dilenen, yerden vida toplayan, çilingire dert anlatan ve an be an arabanın patlayan bir vidasını toplamaya çalışan biz çılgın Türkler.</span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><span class="Apple-style-span" style="color:#000000;">Gerisini görsel anlatayım, sonu trajik. Paris'te, gurbette bir çöp tenekesi yanında sonlanmış bir hayat. Hakkımızı çoktan helal ettik sana ey Kemeraltı işi küçük puset, çok yükümüzü taşıdın, sen de bize edecek misin?</span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 0); "><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfhZexyhbGo8aWWhe2WbsyIXAlpFrOo_am0m3cqGfY5v39gOar5dtDvJFl_CQn3s0GErxomvNft1rFFi8s-466oY9fUv7rOfzwaBmdjvow7mhvZWpV6O8voOmzr6aKYTQMtmmyYf2D958/s1600/IMG_0434.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfhZexyhbGo8aWWhe2WbsyIXAlpFrOo_am0m3cqGfY5v39gOar5dtDvJFl_CQn3s0GErxomvNft1rFFi8s-466oY9fUv7rOfzwaBmdjvow7mhvZWpV6O8voOmzr6aKYTQMtmmyYf2D958/s320/IMG_0434.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488117225611772082" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfNg-0kVWW4U7KHikIogE1TflZ0gL-AAh51CDHo1WN8IYAFMxGGJKcNGbs3FEpQl9WhiRfLwmqnrgTFYUQckeCSHW85dEoqLeuC_OvgzT_lnlnQ3IWQwb2TIWXtS41byPUSG0q_xmn6_g/s1600/IMG_0433.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfNg-0kVWW4U7KHikIogE1TflZ0gL-AAh51CDHo1WN8IYAFMxGGJKcNGbs3FEpQl9WhiRfLwmqnrgTFYUQckeCSHW85dEoqLeuC_OvgzT_lnlnQ3IWQwb2TIWXtS41byPUSG0q_xmn6_g/s320/IMG_0433.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488117225027392370" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTY0tkoZWyOTV2enu6hzw0SIyCQlLLgO1mfAxRc6IXUmuPcPVDMbCGasjOJJ_x00UVatSlcnT6mH9kz5XPxA1RRvmmgYXYexBw631vArvWRDOWZvK6-_23y8Kt_hZZ1RLRF3yIkQXH8ZY/s1600/IMG_0430.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTY0tkoZWyOTV2enu6hzw0SIyCQlLLgO1mfAxRc6IXUmuPcPVDMbCGasjOJJ_x00UVatSlcnT6mH9kz5XPxA1RRvmmgYXYexBw631vArvWRDOWZvK6-_23y8Kt_hZZ1RLRF3yIkQXH8ZY/s320/IMG_0430.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488117207671897058" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " /></a></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 0); "><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 0); "><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmpGIDGm0a26F3tXYXaL5DmZW4xNFyili2xuUvGh9Kyk6JZKfwQAjzUC1sIxuw5NZ44JSUqY3z5PAHNYwEOwoTNCXYZMrQ8Y8bOOHGjfDejZrQ9KEmUdVsSnMhWJTDQARFu3wXiAok4CE/s1600/IMG_0444.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmpGIDGm0a26F3tXYXaL5DmZW4xNFyili2xuUvGh9Kyk6JZKfwQAjzUC1sIxuw5NZ44JSUqY3z5PAHNYwEOwoTNCXYZMrQ8Y8bOOHGjfDejZrQ9KEmUdVsSnMhWJTDQARFu3wXiAok4CE/s320/IMG_0444.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488117233977364354" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " /></a></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><br /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 0); "><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><span class="Apple-style-span" style="color:#000000;"><br /></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 0); "><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEig4BEIYnrN8xzlynjLQqOaEpOpuKfrgtN56LiWSxiROUL68z8ZoI5toeH1J1j9rG0jIq19NTylpVOkcAiWC53A_5PfUR5qcrcKIeMSEnUDxEGm64_hVPLyqeUiI_yuS159KrdiwVq4OE8/s1600/IMG_0446.JPG"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEig4BEIYnrN8xzlynjLQqOaEpOpuKfrgtN56LiWSxiROUL68z8ZoI5toeH1J1j9rG0jIq19NTylpVOkcAiWC53A_5PfUR5qcrcKIeMSEnUDxEGm64_hVPLyqeUiI_yuS159KrdiwVq4OE8/s320/IMG_0446.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5488117241514488322" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px; " /></a></span></span></div></span></span></div></span></span></div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1511132485084678546.post-1350525041604013932010-06-28T10:39:00.005+03:002010-06-28T15:31:06.833+03:00Yepyeni Bir Hayat Gelir<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSynhyphenhyphen9cfkv_-XVAXTLwCYw5SC-QGQAyX2ULP31RyU39engI5_y42gwibVqxWWkqnt5dT9eb7jD7aFpbNMab4o-ip7mcIZcRLC6i-iiYgBJGSp9lath7yTnfkD1HR8vlxDNsxOZsRi3-w/s1600/IMG_0310.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 240px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSynhyphenhyphen9cfkv_-XVAXTLwCYw5SC-QGQAyX2ULP31RyU39engI5_y42gwibVqxWWkqnt5dT9eb7jD7aFpbNMab4o-ip7mcIZcRLC6i-iiYgBJGSp9lath7yTnfkD1HR8vlxDNsxOZsRi3-w/s320/IMG_0310.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5487731732469028402" /></a><div>Önce özeleştiri. Düzenli yazmak bir meziyet ya da bir görev. Ne olduğunu bilmesem de, her zaman yakalayamadığım bir ritmi var bu işin. Her yazdığına bir kulp takmayı görev bildiğimiz Hıncal'ı, Özkök'ü, Oray Eğin'i başarıyor; ben başaramıyorum. Sebep aramayacağım, mazeret didiklemeyeceğim ama düzenli yazmayı deneyeceğim. Hep. Söz. </div><div>15 sene olmuş baharı ilk kez meydanda karşıladığımızdan beri. Hayatımın yarısı miting alanlarında geçti desem yalan olmayacak. Dayağı, ses kısılmasını, copu, biber gazını öğrendiysek de; kalan iz ne geniz yanması, ne sırtta morluk. Onur, gurur, gelenek, kardeşlik kazanıyor günün sonunda.</div><div>2007-2008 ve 2009 1 Mayıs'ında yaşanan şiddet, çocuklu bir aile olarak katılmamızı engelledi açıkçası. Taksim ısrarını gönülden desteklesek de, maaile orada olamadık. O zaman ilk teşekkür, üç senedir canla, dirençle Taksim diye bastıran tüm dostlara. Tarihi yazdınız, tarihe yazıldınız. Tarihçiler not etmiyorsa da ben buraya yazıyorum.</div><div>1 Mayıs'ta Taksim'de bulunan her rengi anlayabiliyorum sanırım. Hayatta övündüğüm üç-beş meziyetten birisi. Şu dergi neci, bunlar kimden ayrılanlar, e eşicnseller niye bölünmüş, anarşistler girmeyecek mi meydana sorularını ve yanıtlarını az çok takip ediyorum, dinlemeye çalışıyorum. Biz de küçük ailemiz artı ortaboy çevremiz olarak orada bir renktik. Ve ne güzel ki 1 Mayıs alanında, dünyanın herhangi bir yerinde olduğundan daha fazla biz de anlaşılıyorduk.</div><div>Nisan'ın Paris Hilton Tarzı'ndan, Güney'in her gördüğünü istemesine, sloganlara yarım yamalak eşlik etmelerinden, Harbiye TRT önündeki yeşillikte çiçek toplamalarına, on dakika çılgınca koşup (Osmanbey'i komple transit geçtik) yarım saat bomboş durmalarına kadar manasız görünen her stili "insan doğası" "çocuktur olacak tabi" diyerek anlayan 1 Mayıs 2010 katılımcılarına da binlerce teşekkür. </div><div>Nasıl ki 1 Mayıs'a çıkarken insanlar sandıktan bayrak-pankart çıkarırsa biz de apartmanın altındaki depodan Nisan ve Güney'in bebek arabasını çıkardık, iki senedir binmedikleri. Lojistik kolaylık dedik, koşarız dedik, dinlenirler dedik. İyi demişiz. Bir sonraki post arabayla ilgili bu arada ;)</div><div>Üçüncü teşekkürü de isim isim verelim, Remzi-Derya(+Çınar)-Savaş-Murat-Fatmagül-Oya. İyi ki oradalardı, Nisan ve Güney 1 Mayıs'ı hatırlayacaklarsa, oradaki renkler kadar dostlarla da hatırlayacaklar. Çocuklar sıradışı olayları ve sevdikleri insanları dayanak yaparak hafızalarını diri tutuyorlar. Ha bir de sürpriz bir tanıdık, bu blogun takipçilerinden Emek. Nisan ve Güney'i Şişli'de koşarken tanıdı. Müthiş mobilitemizin ortasında onbeş saniye diyalog kurabilmiş olsak da kendisiyle; günün en güzel sürpriziydi bize.</div><div>Kabotaj Bayramı'nın haftasına 1 Mayıs yazısı yazıp da, şu şenlikliydi, bu kitleseldi demek komik kaçacak. Ama 1 Mayıs 2010'da Taksim'de ne varsa güzeldi. Nisan ve Güney zaten güzeller :)</div><div>Gazeteci değilim yarın öbürgün belgesel yapayım ama, N&G olur ya belki gazeteciliği seçerler. Oradaydım derler tarih tartışıladururken. O yüzden kanıtı buraya kazımakta fayda var.</div><div>"Çocukla 1 Mayıs'a gidilir mi?" diyenlere Ayşen'in bir yanıtı vardı, onunla bitireyim.</div><div>"Merak etmeyin onları kollayabiliyoruz ve biz çocuklarımıza her anlamda güzel bir gelecek bırakmak için uğraşıyoruz."</div>Godfatherhttp://www.blogger.com/profile/14352172319650806247noreply@blogger.com1