Her şeyin pembe olduğu anlar varsa da (Nisan'ın renk seçimine bin selam), tozpembe olduğu hiç olmadı. Kabul etmesi az buçuk zor ki; bizim çocuklar yaramaz. Kelimeler yumuşatılabilir özgür ruhlu, ne istediğini bilen, meraklı, hareketli. Ya da sertleştirilebilir, hiperaktif, arıza, delirtiyor düzeyine çekilebilir. Bizimkiler meraklıdan biraz üstün, arızaya yakın seyrediyor sanırım.
Başka türlüsünü tecrübe edemedik, "Çocuk dediğin ağlar"dan öte bir bilgimiz yok. Doğduklarında, uyandıklarında, yediklerinde, doyduklarında, acıktıklarında, çiş yaptıkları zaman, çiş yapamadıkları zaman, dalgalanınca, durulunca ağladılar. Ağlama hep var oldu hayatımızda. İki basamaklı yaşlara yaklaşana kadar oldukça ağlamış bir babanın söylenmeye hakkı var mı bilmiyorum, ama anneye ayıp oldu bu krizler.
Ağlamasınlar diye dikkatlerini dağıttık zaman zaman, "Aa kargaya bak"lar uydurduk hayali kargalarla, "Ağlama gel sana çobanı anlatayım" dedik. Yer yer söktü. Ama dimağları açıldı bu sohbetler vesilesiyle. İkna etmeye çalışırken, ikna etmeyi öğretmişiz. Şimdi onlar lafı çevirir oldular.
Ağlamak güzeldir demiş Sezen Aksu. Nereden baktığına bağlı olarak her şey güzeldir. Öte yandan Yahya Kemal de "Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü severim." diye buyurmuş. Yanisi şu, Ankara da elbet güzeldir ama ben ağlamanın en çok bir öpücükle bitmiş halini severim.
ay ben bunları yerim! hemen ekliyorum blog listeme =)
YanıtlaSilben ağlarken rahmetli ananem "ağla ağla, gözlerin güzelleşir.." derdi : )
YanıtlaSil