İstedik ki hep, Nisan'la Güney kendi kararlarını versinler hayat boyu. Onların ayrı bir birey olduğuna inandık. Ve doğmadan önce hep muhasebesini yaptık. Neye ne kadar dayanabiliriz?
-Dövme yaptırsalar mesela kızar mıyız?
- Haha hoşumuza bile gider..
-Başka türlü bir siyasi görüş?
-Ne kadar abuk bir şey çıkıp da bizimkileri peşinden sürükler bilmiyorum ama kabul edilebilir herhalde..
-Nisan türban taksa?
-O giyim tarzı mutlu edecekse, ne diyebiliriz...
-Şöyle olsa, böyle yapsalar?
Kısacası kendi duruşlarıyla alacakları her karara en azından köstek olmayacağımıza karar vermiştik. Tabii, uzun dönemde bu hala geçerli olsa da; anlık bazı davranışlarını hala kabullenemiyoruz. Belki karakterlerinin parçası olan kimi hırçınlıklarında, asiliklerinde karşı karşıya geliyoruz. Dövme yaptırmalarının karşısında durmayacak olan biz, kimi zaman sapıtıp bizi dövmeye kalktıklarında zeminimizi yitiriyoruz.
Öte yandan bazı konular da var ki, onlara sormadan onlar adına karar veriyoruz. İdealde isterdim ki Boğaç Han mevzuunda olduğu gibi isimlerini bile kendileri seçsinler. Ama olmuyor işte, bazı konularda çocukların adına karar vermek zorundasın. İsteyip istemediklerini sormuyorsun, kimbilir sormamalısın belki. Hayatlarını ne derece etkiler bilmesem de, ara ara sorguluyorum bunları.
Birincisi Güney'in sünneti. 3,5 aylıkken sünnet oldu afacan. Acayip zor bir yarım gündü. Sabah 7'deki operasyon öncesi 4 saat aç kalacak; çocuk cerrahı genel anesteziyle uyutup bu işi yapacak. Sıkıntı öncesinde başladı. Her işi internetten araştırmayı huy edinmiş bir nesiliz ya; ABD'den başlayıp yayılan bir doktor eğilimine denk geldim. "Biz doktorlar hiçbir hastamızın sağlıklı bir organ ve/veya dokusunu operasyonla alma hakkına sahip değiliz. Bu nedenle sünnete karşıyız" diyorlar. Kağıt üzerinde pek de mantıklı, ben kimim ki Güney'in çü...Neyse.
Sünnetten bir gün öncesi herhangi bir anestezili operasyondan önce imzalatılan standart belgeyi gördük. Bırak sünnetten vazgeçmeyi, kafayı yiyecek gibi olduk. Bir biçimde vazgeçmedik.
Aç bir Güney, inceden sarkan ameliyat saati. Çocuğu hemşirelere teslim etme, ameliyathane önü bekleyişi. Bitmeyen dakikalar ve saatler. Bir türlü çıkmıyor Güney içeriden. Sonunda hemşirenin birine soracak oldum,
- Hemşirehanım bizim küçük oğlumuz vardı. Çıkması gerekiyordu bir süre önce?
- Ha Güney mi? O kadar tatlı uyuyor ki içeride, herkes sırayla seviyor. O yüzden çıkamamıştır:)
Derin bir oh. Peki ya bizim çıkan canımıza ne demeli? Bir kaç dakika sonra çıktı, gerçekten pek tatlı uyuyordu. Şimdi yarın öbür gün çıksa, "Ne sünneti kardeşim, hangi çağda yaşıyordunuz siz?" dese, verecek cevabım olmayabilir.
Saç meselesi var bir de. Güney'in saçları ilk yazında gürleşti. Ve biz de ilk doğumgününden itibaren rutin periyotlarla berbere götürmeye başladık. Konuşmaya başladıktan sonra arada Nisan'ı örnek alıp uzun saç istese de; beklemeye hiç sabredemedi aylarca. Ne zaman niyetlense, iki üç haftaya vazgeçti. Hiç kestirmesek sorgulamazdı muhtemelen. Neticede yarın öbürgün torunlarına göstereceği uzun saçlı bir çocukluk resmi olamadı çocuğun.
Nisan'da da tam tersi. İkinci ayında tüm doğum saçlarının bir kısmı döküldükten sonra öyle güzel bir renk ve kıvrımda saçlar çıktı ki; bir iki ufak rötuş harici elleyemedik. Kısa saç yakışır mı, bence yakışır ama bilemiyoruz.
Okul konusu mesela. Yirmi küsür sene okula gidecek bir nesil var, uzmanlar üç yaş diyor diye; çocuklar da pek hevesli idi üç yaşında kreşe başladılar. Erkin Koray gibi çocuğunu evde okutmak mı daha doğru; asla öğrenemeyeceğiz. Ortaokula gelip de okuldan bıkarlarsa, bir biçimde bulup arar sorarım Baba Erkin'e.
Arkadaşları patır patır kulak deldiriyor Nisan'ın. Hataa iyice küçükten başlıyorlar. 2 yaşında falan. Kararı kendisi versin diye, deldirmedik. Ama aslında onun adına bir karar vermiş oluyoruz değil mi?
Şehir değiştirirken, tatile giderken, hatta onlar adına onları gezmeye götürürken. Soramıyorsun. Aciz ve sana tabiler. Nereden baksan üzücü.
Kısacası, ne kadar öz benliğiyle baş başa bıraksak da çocuğu; onun adına tonlarca karar alıyorsun. Deneyip yanılma şansın olmaksızın hem de. Belki de zor olanı bu. Bu kadar medeniyete, sosyal gelişmeye gerek yoktu herhalde. Avcı-toplayıcı toplum iyiymiş. Herkes kendi kaderini çizer iken..Yarim..
Ya Erdem, nasıl da yazıyorsun bunları... Eski günleri düşünüp üniversite yıllarını hatırlayınca, şaşırıyor insan. Bir çocuk bir erkeğinkadının hayatını nasıl da değiştirebiliyor. Ne mutlu size bir Nisan ve bir Güney'iniz var... :) Hep mutlu olsunlar!
YanıtlaSilSevda Karakaş
Şimdi farkettim de; Resimde Wallace' ın sol omuzunun ardındaki adam kesin Turk. yüzde bin.Kameraya bakışından tanıdım:)
YanıtlaSil