18 Ağustos 2009 Salı

Öyle bir geçer zaman ki

Hem de su gibi. Yaz(a)mayalı ne kadar olmuş, ne çabuk geçmişsiniz siz ikiniz iki metreyi, hangi ara "moralim bozuldu" demeyi öğrenmişsiniz. "Nasıl büyüdünüz anlayamadım" diyeceğim günün birinde, demem sanar artistiğim boşuna. Baba halimle yuttuğum, eskiye dair tüm genco tükürükler gibi bunu da yutarız.

Bir sene geçmiş üzerinden, bir diplomam fazla olsun diye finans kitapları arasında koşulmuş bir sene. Çok laf, çok arkadaş, çok sigara, çok fotokopi. Adam 9 saniye 58'de yüz metre koşmuş. O hızda koşulmuş bir sene. Kaç kilometre ediyorsa o kadar koşmuş, o kadar yol gitmişiz. (329.185 kilometre, 803 metre 76 santimetre ediyor. Toplasan o öğütleri -neredeyse- buradan Ay'a yol olur.) Nisan'la Güney 12 santim uzamış toplamda. 12 santimin kaçmış bazı milimetreleri var, içim yanıyor. Aya gitmeye değmez. Neil Armstrong gitti Ay'a, bir mevzu yok diyor.

Zaman fena geçiyor. Hiç bitmeyen 21 yaşını falan düşününce; amanın nerelere geldik etmez mi insan. Dur ulan zaman, gitmeyiveririz tatile icabında. Bir daha kendi bebeğni kucaklayamaycak bir baba olarak, içim gidiyor geçen anlara. Kim çocuğuna doymuş ki.

Yazmayı unutmuşum, kesin. En baştan beri sözü burayı getireyim istiyordum; daldan dala toplayamadık. (Sanki) Sinan Cemgil'in annesinin ağzındanmışçasına(ymışçasına). Grup Yorum'un Marşlarımız kasedinden. Oğlunun en son yirmilerindeki halini bilmek nasıl bir acıdır? Hiç bir şey bu kadar etkilemez beni hayatta, bu şiir kadar. Sinan Cemgil'in kendisi de çok etkiler ama bu şiir daha bir...

"...Sen ne zaman büyüdün de
Ne zaman kaptırdın gönlünü o Nurhaklar’a?..."
Zaman çok fena geçiyor...Bak salı oldu, ayın 18'i.



Eski duvar diplerinde karanlık sular
Ay vurmuş gölgelenmiş kuytular
Canım oğul, güzel yiğit, al gel kanlı gömleğini
Sana nasıl kıydılar?
Ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum
Akşamlar bir karakuş gibi sağılıp inerdi tenha yollara
Yıldızlar dut kokardı, iğdeler ay kokardı
Öflez ışıkları yol boylarında Osmanlı karakolları
Tilkiler üşüşünce akşam yıldızıyla bağlara
Kelepçemin karasına bir ak güvercin-nazlı nazlı canım yiğit, süzüm süzüm
Canım oğul- gelip konardı
Ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum
Ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım?
Ya nasıl yadsıyayım o ishaklı selvilerdeki ay ışığını
Ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
Sen ne zaman büyüdün de
Ne zaman kaptırdın gönlünü o Nurhaklar’a?
Sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
Canım oğul, o kıraç topraklarımın yaban gülü, yiğidim
Sen ne zaman büyüdün de düştün yollara?
Yolunu mavi kumrulardan, taylardan sorar oldum
Hala duruyor mu telefon tellerinde
O mavi kargaları Maraş topraklarının?
O karanlık çalıları, o çoban döşekleri, o müslüman kayalar?
Beni sordun mu gözüm
O kanlı toprakların menekşeli sabahlarından?
Çıkınımda kara zeytin bile yok
Kara alman kelepçesi bileklerimde
Bileklerim -canım oğul- yeni yeni başladı sızlamaya
Sen büyüdün de demek
Düştün demek o damar damar kınalı topraklara
Tüketmişim yirmi yılı -canım yiğit-
Bir salkım üzüm gibi
Canım oğul, güzel yiğit
Al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar?

Son söz.
Bu kadar zaman demişken, zamanı değilse de saati durdurma adına okumalı yaz bitmeden...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder