28 Şubat 2012 Salı

Yenememe



Özgüvenli çocuklar yetiştiriyoruz el birliğiyle. Biz ne kadar "elleme-lafa karışma-otur oturduğun yerde" ile büyüdüysek, 2000+ nesli "ilgini mi çekti?" "aferin!", "ne güzel bir soru bu:)" ile büyüyor. Dünyayı kolay, kendisinden başkasını zayıf zannetmeye meyli var bu neslin. Dilersem tüm bu konuyu 12 Eylül'e bağlarım biliyorsunuz değil mi? Bu yazıda bahsi geçen 2006'lı çocuklar; 15 yıl önce bugün 28 Şubat'ta devirmek için darbe yapılan bir ideoloji ile 31 yıl önce yapılmış 28 Şubat'la kıyaslaması bile ayıp olacak şiddette bir darbenin sentezi bir politik ortamda büyüsünler; biz de onlardan daha olgun kişilikler umalım. Zor iş.
Hayat ufak ufak gerçek yüzünü gösteriyor yaş daha büyük sayılara evrildikçe. Hayal kırıklıkları, başarısızlıklar, mağlubiyetler ilk yıllarda ne kadar da yok. Bir kıyaslama daha gelsin, bizim neslimizde ilkokul bitene kadar yeteneklerin-ilgilerin farklılaşması yoktu. Karnesinin çoğu pekiyi olan herkes 10 yaşına kadar eşit başarılıydı. Şimdi işler çok karıştı.
Hayat diyorduk, yarış diyorduk. Güney yarışı çok sever, yendiği sürece. "Hadi baba şu ağaca kadar koşalım, ilk gelen kazanır.", "Sinirli kuşlar'da kaç yıldız aldın?" "Bir el şakabanka patlatsak mı?", "Hadi minyatür kale maç, 5'te devre 10'da biter." cümleleri Güney'indir. Ne zaman ki minyatür kalede skor Güney aleyhine 6-1 olur, koşuda fark açılır, şakabanka'da sermaye tükenir Güney kıvranır. Oyunu bozmak ister, bitince bir daha oynayalım der, maçı 20'ye uzatır. Uğraşır da uğraşır. Bu hırsla kazanır da, kolay kolay kaybetmez. Kazanma ihtimali olmayan oyuna girmez. Oyun kazanmak içindir. Eğlenmek, kazanmanın yanında ne kadar da naiftir?
Nisan ise genelde girmez rekabete. Önemli olan yarışmamaktır onun için. "Siz oynayın ben yarış sevmiyorum" der. Yense de yenilse de aynı olgunlukta, aynı asaletle terkeder oyunu. Zaten bu dünya fazla gerçektir Nisan için. Hele ki fiziksel bir oyunun, reel skoru Nisan'ın hayal gücünde herhangi bir renge karşılık gelmez. Şakabanka oynarken (Ne Şakabankaymış arkadaş, çok güzel bir oyun da değil hani :) çaktırmadan Güney'e fazla para verir. Kazı Kazan oynar, çıkmayınca, satan adam kazandı diye mutlu olur. Kazanılacak oyun oyun değildir Nisan'a. Kazanma ihtimali bile sıkıcı ve gergindir. Şu video çokça dolanıyor, izledikçe Nisan'ı görüyorum l'equip petit'in ilk onbirinde.
Oyuna ve kazanmaya iki pencereden nasıl farklı bakılabildiğini görüp seviniyorum ailemdeki rengarenk tavra.

Yeleler

R'leri söyleyemiyorum. Ama hiç söyleyemiyorum. 32 yaşındayım, r yerine "v" ile "ğ" arası bir şey diyorum. R'yi söylerken dil ile yaptığımız (yaptığınız) figürün (sanırım dili arkaya doğru büküp damağa değdirerek titretmek gibi bir şey) bir harfi söylemek için çekilen en büyük eziyet olduğunun da farkındayım.
Genelde avantaj oldu bu durum bana. "Aa r'leri söyeleyemiyor musun ben hiç farketmedim!!", "Çok tatlı senin konuşman bence" "Aynı Beyaz gibi." tepkileriyle karşılaştım. (Allah razı olsun Beyazıt'tan, sesimiz soluğumuz oldu. Ayrıca Beyaz'a Beyazıt derken de "Benim Beyaz'la olan hukukum bambaşkadır" mesajını verdim inceden. )
Küçükken dilinin altına nohut koy, üstüne kalem koy, dilini rulo yap, ip bağla, nane şekeri emerken konuş gibi teklifler alıyordum. Ben hiç üzerine düşmedim. Bir gün bir vesile farkettim ki, dilimi ağzın altına bağlayan kaslar(?) işte her neyse, oradaki yapı biraz farklı benim. Yani dili rahatça oynatıp "r" deme şansım bence yok. O zaman rahatladım işte. O gün bugündür "r"yi artık hiç söyleyemiyorum.
Nisan ve Güney çok erken konuştular. Özellikle Nisan 2 yaşına gelmeden "Hayvanlarını seven çiftçi onları hep korurmuş. Küçük kuzucuk da bundan çok mutlu olmuş." gibi öyküler anlatıyordu. Lakin bu işi 20 harfle falan yapardı. "Çüçüç kusuçuç mundan çoç mugyu oymuş" tadında bir bebek Türkçesiyle işi götürüyordu.
6 yaşına kadar hem Nisan hem de Güney harf portföylerini 27'ye kadar çıkardılar. Çüçüç kusuçuç küçük kuzucuk'a dönüştü. Ama hala her ikisi de L-R ve Y harflerini aynı sesle Y olarak telaffuz ediyorlar. Güney, okumayı yazmayı söktü tek başına. Ama Resim yazarken bize soruyor "Remzi'nin R'siyle mi, Yaşar'ın Y'si mi, yoksa Lale'nin L'si miyle mi başlıyoruz?" (Remzi ve Yaşar kim olduğunu biliyor, onlara da selamı çakmış olduk)
İlkokula gitmeden bu konuyu çözelim istedik. L sesini çıkarabiliyorlar (ben bile çıkarıyorum) ama dilleri tembele bağlamış sanırım cümle içinde hala "balık" yerine "bayık" kıvamında gidiyorlar. Ben de üzerlerine gidiyorum, L yerine Y söyledikleri zaman anlamamışa bağlıyorum. Tekrar, bu sefer düzgünce söylüyorlar. Güzel söyledikleri zaman gaz verip tekrarlatıyorum.
Bu yazı bahane olsun, bu çalışmalar esnasında Nisan'ın "Elli" yerine İngiliz aksanıyla "Ally" deyişini, Güney'in "Yıl" demek isterken "Lıy" deyişlerini kaydedeyim bugün yarın. Gelmiş geçmiş en neşeli sesler arasına girsin.
Kısacası L eğitimimiz ilerliyor. Yakında sonuç alırız. Lakin daha işin bir de R eğitimi var. Ki genetik miras gerekçesiyle R'yi söyleme ihtimalleri eminim daha az, e bir de evdeki 4 kişinin 3'ünün R'siz konuştuğunu düşün. Çocuklar R'yi bizden ya da birbirlerinden duymuyorlar da. Kısacası bu iş zor, çok zor yonca derken iki gün önce Güney (ki L'yi hala epey zor söyleyen Güney) kendi kendine bir oyun oynarken efekt yapıyor ve "tıkırrrrrı da tıktırrrrr" diye bir ses çıkarıyordu. Adamda R söyleyebilme yetisi varmış da keyfinden söylemiyormuş onu anladık. Hani birinci günden "Yeleler" (a.k.a yeyeyey) demesini beklemeyiz de, büyüyünce ağız dolusu bir "Re re re ra ra ra Gassaray Gassaray Cimbombom" çeker artık.