22 Ekim 2008 Çarşamba

Nisan ve Buzdolabı - Episode 2



( Sahne Nisan ve elinde Episode 1’un kahramanı, film sonunda döndürülen –öldü sanılan ama ölmeyen- vantuzlu fare ile açılır)
İiiyooo...Onun tombiş ayaklarını sevebilirsiniz. Bunun ayakları hiç pis değil. (Oyuncak farenin yapıştırma vantuzunun yalanan bir şey olduğunun bilinciyle yalamaya başlar.) Dilimle yalıyorum. Yalıyorum. (Sandalyeden iner aşağı) O fırın kağıdı hala cebinde duruyor mu? Katlayalım, bakın. Oğlum bak, şöyle katla. Baba...yan. Benim .............(anlaşılamadı) böyle katlayın dedi. Anladın mı oğlum? Böyle biraz katlıyosun, böyle katlıyorsun. Oğlum bunu ben senin cebine koyacam, istersen al istersen alma. (Babanın cebine koyar) Hadi bu telefonu bitir de git. Annen burdan yere düşer gibi oluyor. (bkz: episode 1 “Sen çok yaklaştığın için düştüm”) (Yalamaya başlar.) Neye güldün? (Vantuzun hızla yapışması gerektiğini anımsar.) Çok hızlı.(Çottanak...Patır kütür)Neye güldün? Saçmalama..

* fırın kağıdı = elektrik faturası

19 Ekim 2008 Pazar

1001 gece masalı





Sayılara fazlasıyla takılmış birisi olarak nasıl bu kadar geç keşfettim bilmiyorum. Neyse ki, bir süre önce ayıktım mevzuya, geç kalmadan. Bugün; 19 Ekim 2008; Nisan ve Güney'in dünyadaki 1000. günü.

Bir Z-raporu, bir ara toplam alalım derim bu 1000 günde.

1000 günlük baba olmak demek, artık çocuğunun (çocukların) olmadığı zamanı bilmemek; en fazla hayal meyal hatırlamak demek. 5 sene önceki bir tatil anılarının sözü açıldığında, içinden "Allah allah Nisan ve Güney'i nereye bırakmışız da gitmişiz?" diye geçirmek.

1000 günlük anne olmayı en güzel Ayşen anlatır, ama hakkını vermeli tekrardan. 1000 günlük ikiz çocuk annesi olmak demek bir kaç bin günlük anneliğin eforuna, tecrübesine bedel bence.

1000 gün demek (son 150 günü bezsiz desen) aşağı yukarı 10.000 kere alt değiştirmek; yani 10.000 adet Prima bez, kabataslak 1000 paket ıslak mendil demek. 10.000 kere beslemek; anne sütüyle, Aptamil-2 ile, ev yapımı yoğurtla, meyve ezmesiyle, patates kızartmasıyla, balıkla şununla bununla. Birkaç yüz bin kere "Hadi canım aç bakalım ağzını, büyüyemezsin yoksa" demek.

1000 gün demek, 40 küsür santimlik, el kadar canlıların "Tapınak şeklindeki sürahiden su içelim, iyi fikir" diyebilmesini sağlayacak bir süre demek.

1000 gün demek, "Nefes alıyor mu?" diye kendi nefesini kesip elin göğsünde nefesini dinlemeye çalıştığın bin gece demek.

1000 gün demek hatırlayabildiğin günlere geliyor olman demek. Su gibi geçen, farkına bile varmadığın sana ait 10 küsür bin günün üstüne, kendi çocuklarının hiç bir anını unutamadığın bin gününün muhasebesini çıkarmak demek.

16 Ekim 2008 Perşembe

Nisan ve buzdolabı - Bebek kafası



(Magnetlerle oynarken magnetler yardımıyla tutturulan kağıtlar düşer) Düştü kağıdım. Bak senin yüzünden oldu oğlum. Sen çok yaklaştığın için oldu...oğlum. Bi daha çok yaklaşma bu da senin suçun. Şunu taksana. Şunu almalıyım, şunu yerden almalıyım. Bu bir mıknatıs. Şunu taksana oğlum iş kağıdına..(dolaba yapışmış vantuzlu fare elinde kalır. donma anı) ...gerek var. Önce şunları düşerken almalısın. Şunu..ah. (Vantuza asılır ve buzdolabının dijital göstergesinin kapağı elinde kalır.) Şöyle oldu. Kırılcak gibi. Oynuyo yerinden. (Kapağı çıkmış dijital rakamlar daha bir parlak görünür). Oynuyo yerinde çıkçak gibi. (Yerine takma çabaları) ıh. Oğlum sen şunu düzeltsene,(fareyi ipinden tutup döndürmeye başlar) yapamadı anne. (Çılgın gibi döndürerek fareyi) Fotoğrafı..Fotoğraf mı çekiyosun bana? (Yerinden çıkan kapağı anımsar) Anne bu işi yapamadı, çok tehlikeli bir iş oldu. Kırılcak gibi.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Bir Gün Herkes :)


Çocuklara takım angaje etme mevzusunu çetrefilli buluyorum. Genelde çocuk dayatılan takımı tutmadığı gibi, farklı takımı tutan yetişkinlerin girdiği rekabeti de komik buluyorum. Aslında yazmazdım da, ekşi sözlük'te azuth açmış bulununca konuyu, içimi dökesim geldi.

Babam çok iyi bir Beşiktaşlı. Hatırlamadığım yaşlardan başlayıp 5 yaşına kadar süren bir "kerhen Beşiktaşlılık" ben de yaşadım. Beş yaşındayken Galatasaraylı olmak istedim. Galatasaray'ın adını-rengini-oyuncularını seviyordum. Ateş beni çağırıyordu. Babam muhtemelen bir şey istemiş olmamın mutluluğuyla asla köstek olmadı.
Çocuklarımla kurduğum ilişkinin "takım boyutunda" babamın davranışını baz aldım. En az onun kadar esnek olmalı, özgür bırakmayı başarmalıydım çocuklarımı. (Önceki cümlede tırnak içindeki ifadeyi kaldırmak da mümkün.) Hiç istemediğim takımları tutmaları yahut bu mevzuya komple kayıtsız kalmaları ihtimalini göze almalıydım.

Öte yandan da, bu esnek ve özgür ortam hiç bir şey yapmamayı gerektirmiyordu. Çocukların özgür iradesini kabul ettiğim sürece makul düzeyde propaganda serbestti elbette. Ben de "Eylemde birlik, propaaganda ajitasyon serbest" ilkesi uyarınca sarı-kırmızı giysi de aldım çocuklarıma, Galatasaray maçına da götürdüm. Karşıma çıkan fırsatları da kullandım Galatasaray tarafına çekmek için.


Güney, olanca hesaplanabilir tepkisiyle, babasına benzerliğiyle, daha bir haftalıkken üzerine geçirilen sarı kırmızı renklerin etkisiyle, her futbolcuya Hakan Şükür der haliyle Galatasaray'ı sevdi.
Öte yandan Nisan 2. yaş gününden bir kaç hafta sonra; bir gün kendi kendine "Ben Beşiktaşlıyım" dedi, hiç sözü geçmezken. Ve evdeki en baskın taraftar rolünü oynamaya başladı. Baştan karışmayacağız dedik, karışmıyoruz. Hatta asilik hoşuma da gidiyor :) Çoook geçmişte bir Fenerbahçe sempatizanlığı olan, son on yılda Fenerbahçe sempatisinin antipatiye dönüşmesi hariç takımlara olan mesafeyi eşit tutan Ayşen anneyi şirin kız numaralarıyla baştan çıkardı Nisan. Boynunu büküp "Annecim benim için Beşiktaşlı olur musun sen de?". Tuttu bu numara. Başarıdan sonra Nisan iyice cesaretlendi, Güney'le baba-oğul "Sarı-kırmızı-şampiyon-Cimbom" çekerken bana parmak sallayıp "Bundan sonra Şampiyon Beşiktaş diyeceksin, siyah-beyaz diyeceksin" der oldu. Bu kadarına da yok artık. Özgürlük dediysek :)

7 ay kadar evde Kartallar ve Aslanlar biçiminde cepheleşmiştik ki; Nisan'ın 15 gün önce yine kendi başına bir karar alıp Galatasaray saflarına katıldı.
3 yaşına erişmemiş iki çocuğun son kararı olması zor ihtimal bu seçimin. Öte yandan da, sanki pek gölgede kalmış gibi dursa da Cimbom 2 yıl 8 aylık ömürlerinde iki Galatasaray şampiyonluğu gördü bu çocuklar. 2006 kuşağı sarı-kırmızı demesin de ne desin :)