12 Mart 2012 Pazartesi

Biz biz biz idik

Sağlıkla ilgili anlayamadığım ikiyüzbin konudan birisiydi, diş sağlığı. Her gün, günde iki kere özel bir ihtimam gösterdiğimiz ve çürüyen başka bir organımız yok mesela. Bu ne nankörlük? Fırçası, macunu, ipi, suyu, dolgusu, köprüsü, protezine rağmen bir de düşüp gidiyorsun belli bir yaşta. Alınmaca gücenmece yok ama zorsun diş. Büyük konuşmakta zarar yok, güzel kelime ama kızımın adını hayatta da Mine koymam.
Haliyle dişlerim de benim bu düşüncelerimin yanıtını verir yıllardır. Ağrır, yamuk çıkar, sızlar, kırılır. Kısacası ben dişlerle bu geçimsizlikteyken Nisan ve Güney adına hep endişelenirdim. Bir de ikisinin de ilk iki yaşta ön dişlerini sert yerlere vurup, geçici yaralanma sicilleri varken, yersiz de değildi endişem.
Geçen hafta Dent Suadiye'nin çağrısıyla harekete geçtik biz de. http://www.facebook.com/dentsuadiye
Amaçları dişlerle ilgili doğruyu yapmak isteyen aileleri harekete geçirmekti ki, tam bizlik. Hayır bunca yıllık matemetik hayranıyım, tıpta 2+2'nin 4 etmeyişi beni hep ki derinden sarsar; 2+2'nin 5 edeceğini bile bile yola koyulduk.
İstanbul'un alışılageldk diyebileceğimiz Mart soğuğu. 1992 Mart'ında bizi Werder Bremen'i elemekten alıkoyan kar ha yağdı ha yağacak bir havada önce Bağdat Caddesi'nde uçtan uca saklambaç Nisan ve Güney'le, sonra bir koşu yarışı derken başardık etkinliğe yetişmeyi.
Pembe yanaklarımızla yığılır kalırız derken, Nisan ve Güney içerideki çocuk kalabalığını görünce tekrar enerjiye bağladılar. Onlar diş şeklinde kurabiyeler, dişçi temalı oyun hamuru setleri, bir de dünyanın en iyi üç palyaçosundan ikisiyle(birisi bundan sonra tanıyacağımız o güzel palyaçoya joker kalsın) neşeye neşe katarken bizi tanımaz oldular.
Biz de başladık önce çocuk diş hekimi Aysun Hanım'ı dinlemeye. Aysun Hanım'dan duyduklarım şu oldu; çocuktur illa ki dişini çarpar bir yerlere -endişelenmeyin çaresi var. Hatta şekere çikolataya düşkünse çocuklarınız, (olmasa daha iyi ama de ki oldular) onu bile koruyucu tedbirlerle ve tedavilerle sandığınız kadar zor olmaktan çıkarıyoruz. Bir de herkesin diş hastalıklarına yakalanma riski farklıdır, çocuğunuzun risk düzeyini öğrenip ona göre davranmanız mümkün deyip çocukların ağız sıvılarını test etmek üzere hepsini bir odaya topladı. Bir düzine çocuk örnek vermek için kaplara tükürmeye başladı ki o anı görmeyen bu kahkahayı da anlamaz. O esnada Diş Hekimi İlker Bey benzeri risk analizini biz büyüklere yapmaya çağırdı.
Ben muayene esnasında tam açıklama yapacaktım ki "Benim bu dişim ağrıyor, şunu çektirdim, bu kırık, o çürük..." diye İlker Bey benden önce davrandı "Sizin ağzınızın asit derecesi yüksek, kısacası biraz daha özel davranmanız gerekiyor dişlerinize."
Yani ben dişiyle yeterince ilgilenmeyen kural tanımaz bir hayta değilmişim. Zaten çoğu genetikmiş diş sorunlarının. Diş fırçalama dişlerin yüzeyinin %60'ını korurmuş, diğer %30 diş ipi (e malum diş yüzeyinin %30'u ara bölmeler), kalanı ise diğer faktörlermiş. Hayatımda pek az doktordan duyduğum sözler beni iyice gaza getiriyor, evet 2+2=4 ediyor. Diş tedavisi sandığımız gibi aylar-yıllar sürmüyor, dönülmez yollarda kaybolmuyoruz.
Diğer Diş Hekimi Ahmet Bey'le konuşuyoruz, çocuklar ağız testi yaptırmaktan pek memnun, oh bize vakit bol. "Yani hocam, bu kremler koltuk kılıfı gibi mi, alt taraf temiz kalsın diye kullanıyoruz?" diye soruyorum. Buna bile pozitif yanıt aldım. Diş beyazlatmak artık modern yöntemlerden kelli dişe kalıcı hasar da vermiyormuş diye aldığım sevindirici dental haberleri ucuca ekliyorum.
Kısacası, "Ooo senin dişler bitmiş hocam, seneye takma dişe geçersin" beklentisiyle başladığım bu günü 1001 iyi haber, mutluluktan kudurmuş iki çocukla bitiriyorum. Günü eski dostum Emre'nin evinde bitiriyoruz ama ayva tatlısı yiyerek bitirmeye gerek yoktu. E artık o da günün güzel kutlaması olsun.
Eyvallah Dent Suadiye, hem bana hem de çocuklara geçirdiğin güzel gün kadar gülsün yüzün. Dişlerden sanıldığı kadar çakmadım sınıfta, daha ne olsun. Dişçiye "gözümsün" demek iltifat mıdır bilmem ama harbiden gözümsün be usta.


6 Mart 2012 Salı

4+4+4

Öğretmen çocuğuyum. İki taraftan da. Annem sınıf öğretmeni, babam kimyacı. Hem de idareci. Ailemin çevresinin %90'ı öğretmen. Hem de öğretmen olmak istediği için öğretmen olmuş bir nesilden. Kısacası ben bir yetişkin olana kadar hep öğretmen gördüm çevremde. Hep birileri plan defteri yazdı, hep ailesinin ekonomik durumu yüzünden okuyamayan bir çocuğun hikayesi oldu akşam sohbetinin konusu. Bir çare arandı çocuklar okusun diye.
Eğitmenlerle bu kadar yoğun teşrik-i mesaim sonucunda ise geldiğim nokta şu. Eğitim sistemi kolayca değişmemeli, değişecekse de yumuşak geçişler olmalı. Bunun için binlerce sebep sürebilirim ortaya ama en akılcısı şu, zaten öğretmenler binbir yoksunlukla mücadele ediyorlar. Ve kahretsin ki birisine (binlercesine-milyonlarcasına...) bir şey öğretmen zor bir süreç. Emek, ilgi, motivasyon, konsantrasyon istiyor. Bu insanlara işlerine odaklanmaları gereken kolaylığı sağlamalı sistem, her sene alt üst olarak sil baştan başlamamalı.
Baksana, benim bir parçası olduğum yaklaşık 25 yıllık dilimde eğitim kaç tur değişmiş?
5 yıllık ilkokulla başladık, sonra Anadolu Lisesi sınavları vardı. Lise, branşlıdan krediliye döndü 90'larda. Öğrenci, öğretmen anlayana kadar çatladı krediliyi. 6 Mat A olamadık hiç bir zaman. Pek Amerikandı, vizyoner gibiydi. 5 sene sürdü kredili. Üniversite iki basamaktı, ilki kolay ikincisi zor. Sonra tek basamağa düştü, zor sınavı kaldırdılar. Bir ara sınavsız olacak dendi. Sonra yine iki sınav oldu. İlkokul ile orta birleşti, 5+3=8 etti, Anadolu Lisesi'nin orta kısmı kalktı. Hazırlık liseye çekildi, lise 4 yıl oldu. Hazırlık kalktı. Anadolu Lisesi Sınavı OKS oldu, LYS oldu. Sınav üç seneye bölündü, sonra tekrar birleşti sanırım. ÖYS kalktı, YGS oldu. Ortaöğretim Puanı bir ara önem kazandı, sonra kaybetti. İki sene Real Sociedad'da oynayıp kulübüne geri döndü. 7 çok geç dendi, ama okul hep 7'de başladı.
Hani şu yaşlı amcalar vardı ya biz küçükken yanaklarımızdan bıyıkları bata bata öperken, "Cebir dersiniz var mı?", Maarif Mektebi'ne mi gidiyorsun? gibi anlamadığımız sorular soran. İşte onların bir ömürde yabancılaştığı eğitim sisteminden biz 5 senede koptuk. Yeğenler ilköğretim 7'ye geçtim, lise 4'ten sonra sınava giriyom falan dediğinde zaten o amcalar kadar boş bakar olmuştuk.
Bugüne kadar, ağırlıklı olarak teknik sebeplerle değişti eğitim. Bir tek 5+3 yerine zorunlu 8 yıllık eğitimde siyasi aroma vardı. Şimdi de siyasi sebeplerle değiştiriyor başefendi sistemi. Ben öyle anlıyorum. Gördüğüm bir kaç belirgin etkisi var 4+4+4'ün, eğer başka var ben anlamadıysam lütfen anlatınız, öfkeliysek de dinlemeye hazırız.
- Okul 6 yaşında başlıyor. Branşlaşma 6+4=10 yaşında.
- Yani din dersi 10 yaşında başlayacak.
- Zorunlu eğitim 4 yıla düşmüş olacak. Aileler çocuklarını 10 yaşından itibaren çeşitli sebeplerle okuldan alabilecek. Zaten bir kaç yüz milyon nüfusu olan bir ülke vizyonu var iktidarın. Ucuz işgücü gerekiyor.
- İmam hatip okullarına da 10 yaşında gidilecek. (İmam-hatip okulunu bu kadar tartışmak bile tuhaf. Normalde imam-hatip ile motor meslek aynı kategoridedir. En fazla o kadar tartışmalı, ama garip ülke burası.)
Bunlar dışında önemli bir kalem varsa atladığım lütfen hatırlatın.
Peki bütün bu büyük siyasi resmi bırakalım teknik bir kaç noktaya gelelim, bu blogun sahiplerini de ilgilendiren.
Abilerim-ablalarım, ilkokul 6 yaşında başlayacak diyorsunuz. Yani çocukları 5 yaşını doldurduktan sonraki ilk yıl okula alacaksınız. (düne kadar bu 6 yaştan sonraki ilk sene idi. 2011 Eylül'de 2005 doğumlular okula başladı gibisinden). Mesela geçen yıl Nisan ve Güney 68 aylıktı okul açıldığında, almadınız 1.sınıfa. Seneye dediniz. 2012 Eylül'ünde yıl 80 aylık bu çocuklarla 2007'lileri (68 - 56 ay) aynı sınıfa mı koyacaksınız?
Yukarıda Güney'in kendi kendine oyun oynarken yazdığı, kendi tabiriyle "formül kağıdı" var, iyi kötü iki basamaklı sayıları toplayabiliyor işte. Tüm kelimeleri okuyabiliyor, zor bela matematik bile yazmış. Peki 2007 Aralık'ta doğmuş ve eski yasaya göre henüz anasınıfına gitmemiş (2012 Eylül'de gitmeyi düşünüyordu çünkü) çocukla aynı birinci sınıfa koyarsanız hangi çocuğa yazık olmaz? Büyüğe mi küçüğe mi, hatta ve hatta yeni atanmış 25 yaşındaki öğretmene mi?
Anasınıfı okumamış 5 yaşındaki çocukla, temel okul öncesi eğitimi almış 7 yaşındakini hangi hakla aynı kategoriye, aynı sınıfa sokarsın? Anasınıflarında bile yılın ilk 6 ayı doğanlarla ikinci 6 ayı doğanları ayırıyorlar, yaş grubu farketmemesi için. Ne hakla 2006'lı ve 2007'leri aynı sınıfa toplarsın? Hadi bu sene bunu yapmadın, seneye yapacaksın. O da olmadı 2. sınıftakilerin 8, 1'dekilerin 6 yaşında olduğu bir yıl yaratacaksın. Bir yığılma ya da bir boşluk yaratıyorsun, hangi akademik çevrelerle tartıştın bunu. Sen dindar nesil yetiştireceksin diye bir nesli nasıl harcarsın?
Çocuklara kıymayacaksınız efendiler. Eğer ki hepsi aynı döneme sıkıştıysa çocukların çektiği acılar dönüp kendine bakacaksın. Kıymayacaksın çocuklara. Eğer açlıktan ölen bebeği gördüyse bu gözler http://www.haber7.com/haber/20110425/25-aylik-Kubra-bebek-acliktan-oldu.php, her gün bir sürü çocuğu tutukluyorsan ve son 10 yılda ceza alan çocuk sayısı 10 katına çıktıysa http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2010/cocuk/cocuk17.pdf , Pozantı Cezaevi'nde çocuklarına işkence yapıyorsan, annesi dersane borcu yüzünden cezaevine girdi diye intihar ediyorsa senin ülkenin çocukları, kız çocuklarına onlarca kişi tecavüz ediyorsa boşuna darbe arama telefon kayıtlarında. İnsanlığa daha büyük darbe olmamıştır çocuklara verilen zarardan başka.

1 Mart 2012 Perşembe

Dönemsel nameler

Modaya uyuyorsun ya da dönemsel modanı kendin yaratıyorsun ya. Özellikle Güney'de dönemsel olarak bulduğu ve dile doladığı bazı sözler var. Tanımlamaya yırtınmayayım, örnekle gireyim.

Şaka yaptım bilmem
Aslında okuyanlar Uğur Gürsoy'un Fırat karakterinden anlayacaktır. Düşünmemesi gereken bir şey düşündüğünde ya da söylenmemesi gereken bir şey söylediğinde Fırat "Töbe töbe-allahım affet-bok-öf-dinimiz amin" falan gibi seri arınma cümleleri söyler ya. Bu da bir dönem Güney'in arınma cümlesiydi. Bizi kızdıracak bir şey mi söyledi, olmayacak bir şey mi istedi. Karşısındaki tam durumu yadırgamaya başladığı zaman "Şak-ka yaptım biil-mem" derdi coşkulu bir melodiyle Hatta melodisi Down by The Station'ı andırırdı.

Şu an sana çok acıdım
Güney iyi gözlem yapabilen bir çocuk. Babayız mabayız ama sıklıkla da hayatta zor anlar yaşıyoruz. İki elinde sekiz pazar dört market torbası varken arabayı kilitleyip 500 ton ağırlığındaki apartman kapısını götümle iterek açmaya çalışmak, bu sırada yurtdışından işle ilgili çok üst düzey birinin araması ve Nisan'ın arkadan konuyla komple ilgisiz "Babacııım şuradaki çiçeği bana koparır mısın? Boyum yetişmiyor da.." diye neşeyle seslenmesi anındaki çaresizliği gören Güney sakince döner "Baba şu an sana çok acıdım" der. Adam o kadar iyi noktada kullanır ki bu kalıbı, kızamazsın da.

Çocukların da hakları vardır
Biz bu çocuklara baştan söz geçiremedik. Anlatmıştım bir zamanlar. Her cümlelerine mantıklı açıklamalar sağlamaya çalıştık. Sonra da açıklamasız bir şeyi kabul ettiremez olduk. Güney ve Nisan bir şey isteyecek, talep edecek olsun. Oyuncak satın almak, parka gitmek, TV izlemek, yemek yememek, dondurma. Bir çocuk ne hayal ederse işte. Olur da bunlardan birisini istedi Güney ve reddedildi. Cümlesi hazırdır, isyan doludur.
Böyle hayır diyemezsiniz. Çocukların da hakları vardır.

Belki de en çok istediği .....'dır.
Geçenlerde katıldı aramıza bu öbek. Bir gün Güney'e konuşurken "Babacığım, biz tabii ki de sizin en çok istediğiniz şeylerin olmasını isteriz" dedim.
O günden beri Güney her talebini bu sosla servis etti,
+Güney çok oynadın bilgisayarla, bırak artık
- Belki de en çok istediğim şey bilgisayarla oynamaktır

+Güney Nisan hadi yemeğe
- Belki de en çok istediğim şey yemek yememektir

+Güney taşıyamazsın o damacanayı çok ağır
- Belki de en çok istediğim şey bana güvenmendir.

+Nisan niye ağlıyosun kızım, ağlamasan?
- Belki de en çok istediği şey ağlayıp, rahatlamaktır
(uzar gider:)