7 Eylül 2008 Pazar

Değiş Tonton




Hamilelik acaip bir şey. Bazen erkekler için üzülüyorum böyle bir şeyi ıskaladıklarından dolayı. Sonra hemen geçiyor gerçi üzüntüm. O da eksik kalıversin.

İçinde ve adında "anne, çocuk, ebeveyn" geçen bütün dergilerde hamilelik hep yüce ve mucizevi bir his olarak tanımlanıyor. Cidden öyle. Ama pek çok kadın da hamilelik üzerine düşündükçe dehşete düşüyor. Şöyle ki; içimizde bir canlı yaşıyor. Hayatı tamamen bize bağlı. Öylesine bağlı ki, markette düşüncesizce kaldırılan bir deterjan paketi, içilen bir kadeh alkol, bırakılamayan sigara o içimizdeki mucizenin ve bizim geleceğimizi tamamen karartabiliyor. Hayatı özgür yaşamaya alışan bir kadın için doktorun ilk günden koyduğu yasaklar da travma yaratıyor. İçki, sigara, sakatat, midye ve deniz böcekleri, konserve, donmuş gıda, ketçap mayonez gibi katkılı gıdalar, asitli içecekler, sucuk, sosis muhteviyatı yiyecekler, güvenilirliği kesin olmayan lokantada yenen yemekler vesaire vesaire yasak. Ne zamana kadar ve nasıl sevişileceğini doktora danışmak gerekiyor. Yavaş yaşamaya alışmak gerekiyor, herşey yavaşlamalı. İstemeye alışmak gerekiyor. "Bana bir bardak su getirir misin anne?" "Canım, belime bir yastık daha koyar mısın?" Bu isteme hali tercih edilebilir bir nazlanma ve şımartılma hali olarak lanse ediliyor. Oysa benim gibi "ele iş buyurup 10 dakika tarif edeceğime, kendim hallederim iki saniyede" ekolünden bir kadın için gerçekten ızdıraba dönüşebiliyor.
Öte yandan hayal dünyası alıp başını gidiyor insanın. Yepyeni bir insan çıkacak ortaya. Aşık olduğumuz insan ile puzzle yaparken bile zevk alıyorken, ortaya çıkacak bu eserde ise hem ondan hem bizden ortak bir şeyler olacak. Ve bu "çekme"ler hep süprizle girecek hayatımıza. Doğduğunda babaya benzeyen burun, ilkokula başlarken annesinin tıpkısına dönüşecek. Çocukluğu babasının iştahsızlığında geçerken, ergenliği annesinin ekşi yeme sevdasına dönecek. Hiçbirşey belli değil. Ama her olasılık gülümsetiyor.

Doktor bebeğin kalp atışlarını ilk dinlettiğinde anne-baba oluyor insan. Elinden gelse pamuklara sarar insan o koca göbeğini, yeter ki kuzucuğa bir zarar gelmesin. Sonra ilk kıpırtılar başlıyor. Bu kıpırtıları doğru mu hissediyorum diye herkese soruyordum. "Nasıl bir hareket bekliyoruz ilk?" En güzel ve gerçeğe en yakın cevap anneannemden gelmişti. "Kuzum, böyle biri içinde gözlerini açıp kapatıyor da, kirpikleri içinde bir yere değiyor gibi ya da kelebek yavaş uçarken kanatları değiyor gibi" Son aylarda iyice belirginleşiyor hareketler, dışarıdan bile görünüyor. Ben bizimkilerin dirseklerini üç parmağımın ucu ile tutabiliyordum karnımın dışından.
Öte yandan, hamileliğin nasıl geçeceğini % 50 fiziksel özellikler ( acı eşiğinin yüksekliği, bulantı yaşanmaması, sorunlu gebelik olmaması vs) % 50 sini de baba adayı belirliyor. Kadın olmaktan öte, hangi insanın vücudunu 9 ay gibi kısa bir sürede tanınmaz hale getirirseniz getirin travma yaşanması kaçınılmazdır. Hatta vücuttaki değişimlerin bazısının kalıcı olacağını da biliyorsunuz. Neden Angelina Jolie' nin, Gülben Ergen' in başına gelmiyor bilmiyorum ama kadınların çoğu bu süreçte çatır çatır çatlıyor. Karın, bel, basende yol yol izler oluşuyor.Göğüsler 3 bedene kadar büyüyebiliyor. O koca göbeği taşımak da represant çantası, laptop taşımaya benzemiyor.



Son aylarda karnım o kadar büyümüştü ki, göbek deliğim bir çay tabağı şekline gelmişti. Derim inanılmaz parlak ve inceydi. Saydama yakın bir görüntüsü vardı. Doğuma yakın dönem sanki bir işe yarayacakmış gibi çatlak önleyici krem ve ovadril sürüyordum tüp tüp. Delice kaşınıyordu çünkü. Her an doğurabilirim diye maaile bizim evde yaşıyorduk. Babam ben krem sürerken bakamıyordu. Krem tüpünün köşesi değse balon gibi patlayacağımı düşünüyordu.


Bebek doğum kanalına inmeye başladığı dönemde kasıklarımdaki kemiklerin ( kitaplarda pelviste açılma diye geçer) ayrıldığını hissediyordum yattığım yerden. Karnımın çatlamasının sesini bile duyabiliyordum sanki.




İşte baba burada gösteriyor babalığı, sevgililiğini. Minnettarım kocama çünkü aynalara inat hiç bir balon gibi hissettirmedi bana kendimi. Öyle içten ve tatlı yalan söylerdi ki, aynalara, basküllere değil ona inanırdım. "Yanakların ne tatlı oldu senin, ohh öptükçe öpesi geliyor insanın." "Doğumla beraber göbek gidecek sen rahat ol, bak kolların hala incecik" "o kadar güzel yürüyorsun ki badi badi, yorulacağından korkmasam sen yürü ben seyredeyim diyeceğim" " Saçların parlıyor resmen, çok yaradı hamilelik, o kadar güzelleştin ki" Bunlar aslında ay parçarçasısın ama dolunay demek ama çocuklar 1 yaşına geldiğinde hamilelik resimlerime bakarken ancak idrak edebildim o dönem dehşet bir şişko olduğuma.




Lohusada yaşanan ağır depresyonda da eş faktörü, kadının anneliğe hazır olup olmaması kadar önemli bir etken bence.
Doğumdan sonra tebriğe gelenler henüz doğuma girmedim sanmışlardı. O göbek gitmedi. Hem de hiç gitmedi. Uzun bir dönem taşıdım. Hatta işe dönmeden önce kıyafet almaya gittiğimde satış görevlisi " fazla dar olmasın aman, bebeğe zarar gelmesin" demişti. Boğarım seni şıllık diyemedim tabi.

Bu dönemde de sevgilim hep yanımda, faydası çok sonra farkettiğim görünmez bir teselli abidesiydi. Normalde aramızda 30 santim boy ve bir 30 da kilo farkı olmasına rağmen doğumdan sonra onun şortlarına giremiyor, t-shirtlerini sündürüyordum. O ise buna "Tanrım benim t-shirtümü giymişsin, çok hoşuma gitti. Neden bunca sene bir kere bile giymemişsin ki! Çok seksi olmuş" tavrı ile yaklaşıyordu. 36 beden hiçbir kıyafetimi kaldırmama izin vermedi. "Şimdi kaldıracaksın, 2 ay sonra bir daha çıkaracağız, hiç uğraşma" diyordu. Ben de ayları saymadan inandım o 2 ay hikayesine. 44 beden bir kot aldık bana. "Ohh ve özlemişim sevgilimin böyle sportif hallerini" dedi. 44 beden bir kıçla ne kadar sportif göründüğümü sorgulamama fırsat bile vermedi. İşbu sebeplerle benim mahalleme uğramadı lohusa depresyonu. 2 kere karabasan gördüm, İkisinde de başucumda bekliyordu. Bir tufan değil de hafif bir meltem gibi geçti gitti lohusa. Ben onu sevdim o da beni. O kadar ki lohusalık dönemi 6 hafta sürer derler bende 3 ay kadar kaldı yatıya.

Sonra cidden gitti kilolar, çatlaklar kaldı. Ama hala aynı sevgililik müessesi devam ettiği için, batman yumruklamış gibi olan göbeğimle ben, bikinimi çekip sahilde yürüyüşe çıkabiliyorum.
Hamilelik bana hiç koymadı. Dehşete düşmedim aslında hiç. Çok hazırdım o zaman anneliğe, çok istemiştim, milyarlarca hayalim vardı. Ne ağrısı sızısı ne ameliyatı büyüdü gözümde. 39. haftada sezaryanla doğum yaptım. İkiz için çok ama çok iyi bir tarihti. Ve benim üzüldüğüm suyumun bile gelmemesi oldu. Tam bir doğum anı yaşamadım sanki. Ama çok neşeli olduğumu hatırlıyorum. Olanca sırıtmamla düğüne gider gibiydi doğuma gidişim. Doğum sonrası da ne ağrı ne sızı. Epidüral anestezinin etkisi 2-3 saate geçer, o zaman biraz kalkıp 10 dakika yürüyün sonra yatarsınız dediler. 2 saat sonra bir kalktım ve şu 2,5 sene zarfında da bir daha asla eskisi gibi yatmadım.




Annelik bir nevi enerji altın vuruşu. 1 sene kadar hiç uykuyla geçen geceler, susturulamayan çaresiz ağlamalar, aşılar, bakıcı krizleri, herşeyi en iyi bilen eş dostun ziyaretleri ve bitmez nasihatleri, kalabalık aile yaşamına geçiş, iş yerinde "bu kadar zamandır yoksun ama hadi gene geç çalış bakalım" havaları ama gene de geriye dönüp bakıldığında kocaman bir mutluluk. Hiçbir yorgunluğu hatırlamıyorum. Hiçbir ağrı sızı anım yok.




Geçen gün kuzucuklarıma en tepedeki raftan oyuncak indirecektim. İkisi bir dediler ki " sen küçücük bir annesin, düşeceksin. Babam kocaman bir baba, o gelince alsın"


İşte o iki kirpik kıpırtısı, kelebeğin kanat çırpışları dile gelmiş, anne gene küçücük, baba kocaman. Hayat rayına girmiş, ama lunaparktaki radarın rayı. Her an süpriz, hep adrenalin, yüksek sesli müzik, şamata, eğlence, kahkaha...

2 yorum:

Rengin Kosklu dedi ki...

hay allahım! iş yapmak üzere bilgisayarın başına geçtim-küçük eriklerin yeni macerası var mı diye açtım, doğurasım geldi?! okurken doğurasını getirten blog entry'si olarak klavyenin tuşlarından öpüyorum, eh böyle mi güzel yazılır!

Queen I. Ayseneviç dedi ki...

Doğurası gelmek diye bir tıp terimi de olmalı bence. Mesela psikiyatriste gidiyorsun ve diyorsun ki; "doktorcum, reklam filmlerinde bile gözlerim doluyor, haberleri zaten izleyemez oldum, mothercare' in vitrininden ayrılamıyorum, toyiki'ye uğramadan edemiyorum. markette başkasının çocuklarını sevmekten sağlıklı alışveriş yapamaz oldum." "eee biz buna tıpta doğurası gelmek diyoruz hanımefendi.mümkünse tez elden doğurun ya da pasiflora vereyim, günde bir şişe kadar alın."

bana aynen böyle olmuştu. lakin şu ağlaklık hali baki kaldı. tosunpaşa da bile duygulanır mı insan be yav?