6 Eylül 2008 Cumartesi

Ceberrut

Mevzu Nisan ve Güney'le doğrudan ilgili değil gibi, öte yandan hamilelik de dahil son üç küsür senede Nisan ve Güney'le ilgili olmayan ne var ki?
Cep telefonuyla ilk karşı karşıya gelişim 95 ya da 96 senesinde, Bornova Anadolu Lisesi'nde voleybol oynarkene; hasbelkader BAL'a yolu düşmüş bir velinin elinde gördüğüm andı. O dönemde cep telefonunu züppelik emaresi gibi gören 16 yaşında veletler olduğumuzdan kelli, oyunu bırakmış dayının etrafında halka oluşturmuş, telefonla konuşmaya çalışan biçare amcanın çevresinde döne döne "Pınarbaşı burma burma" söyleyerek hem delice eğlenmiş, hem de şaşkın amcanın telefon konuşmasını sabote etmiştik. Var mıydı öyle uluorta zenginlik gösterisi yapmak? Mahalle baskısının hasını koymuşuz ya ortaya bok kadar boyumuzla.
Bu olaydan yaklaşık iki sene sonra, İstanbul'da öğrenciyken, ailemle görüşme sıklığımı o zaman pek yaygın olan kontörlü telefonculara gidişim belirler, ikimiz de ev-cep hiç bir telefona sahip olmayan bir çift olarak sevgilimle birbirimizi saatlerce beklerken randevulaşılmış yerlerde ; İzmir'den bizimkiler bir haber yolladı. (Mektupla mı nasıl artık hatırlamıyorum.) "Siemens'in kampanyası varmış, çamaşır makinesi alana telefon+sim kart+bağlantı ücreti bedavaymış. E biz de makineyi değiştirecektik zaten. Kullanırsan telefonu sana..."
Ne kadar ilginç geliyor 2008 yılında bu cümle. 10 yıl olmamış halbuki, hızlıca sayalım absürdlükleri. Birincisi, şu an bizim hayrımıza yumurtlamadığını bırakmayan operatörler bağlantı ücreti ve sim kartı iki ayrı kalem gibi satardı o zaman. Biri olmadan diğeri olacakmış gibi. Havayolları şirketlerinin havaalanı vergisini ayrıca yazmalarından dört kat daha üçkağıt içeren bir numaraydı. İki, bir anne 18 yaşındaki oğluna telefon alacak, faturasını kendisi ödeyecek ama oğlunun gazabından korkuyor "Kullanırsan" diyor, rica-minnet. E jandarma, sosyalistiz. Üç, ilk kez telefon alınacak Siemens ne :)

Bir iki ay sonra geldi telefonum, PIN kodu, PUK2'nin yazılı olduğu karton parçası falan hep içinde. "Aman şöyle şarj olmadan açma, böyle düğmelerine sert basma" hassasiyetindeyiz. Ev rutubetten geçilmiyor. İlk mesajımı kuzen atmış, açar açmaz öttü telefon. Ama mesaj ne, zarfa nasıl basılıyor fikrim yok. Niye öttüğünü de anlamadım. Bir baktım telefonun ana ekranında Turkcell yazısının altından kelimeler akıyor 1 karakter/saniye hızla. "Sevgili Erdem, yeni telefonun hayırlı olsun..."falan filan yazıyor. Siemens'in kolay mesaj okuma özelliği. Zağar annemler cümle aleme lansmanını yapmış yeni numaramın :) Tabi 120-130 karakterlik mesajın milim milim akışının bitmesi iki dakika sürmüştür. Allahıma heyecanlandım. Elektronik-Haberleşme mühendisliği ikinci sınıf öğrencisiyim o sıra.

O telefon iki seneye yakın elimdeydi herhalde. Yassı, üzerine basılmış gibi. Milletin elinde eğimli Nokia'lar, kütük Ericsson'lar falan var. Ben daha bir özgün duruyorum "ciuv ciuv" melodilerimle. Gel gör ki bu özgünlük, değişmesi namümkün anteninin üzerine oturup kırmamla elimde patladı. (Götümde patladı yazmalıydım, ayıp olur kaygısı güttüm.) Çekmemeye başladı bizimkisi. "b..de...ni...ço...yor...um" temalı konuşmalar gerdi bizi; para da yok. Bir İzmir öze dönüşünde anneyle Kıbrıs Şehitleri'nde bir telefoncuya girdik.

O günlerde reklamı çok çıkıyordu. Alcatel One Touch Pocket. Yassı olmaya o da yassı. Hatta en şekilsiz telefon. Ortaokul geometri dersinde yamuk öğretirlerdi (trapezoid). Aha da aynısı. Ama reklamına bak, aklın durur. İnce, titreşimli, saatli, kalem pille de çalışıyor istersen (nefis bir özellikmiş bu be ya). 59.999.999 TL idi hatta. 55'e vermişlerdi. Alcatel'in One Touch furyasının amiral telefonuydu.

Ama kimsede olmayan bir telefonu almak hata o dönemde. Anlatamazsın. İkincisi yassı yassı nereye kadar. Üçüncüsü deminkiyle aynı cevap, telefon alıyorsun Alcatel ne iş:)


Telefonun en uçuk özelliği de tuş kilidinin 159 tuşlanarak açılmasıydı. Oradan "1-5-9 insanın yanlışlıkla götüyle basmasının en zor olduğu tuş kombinasyonudur" gibi mühendisvari sonuçlar çıkaracak kadar yanlıştım. Zira Siemens'in antenini kıran götüm tuş kilidini açmaktan daha büyük başarılara imza atıyor, bu sefer de arka cebimdeyken üstüne oturduğum One Touch Pocket'ın kristal ekranını kırıyordu. Ama telefona bir şey olmadı. Ekransız bir cep telefonuyla karşı karşıyaydım. Kütür kütür de çalışıyordu. "E nasıl kullanıyorsun" hoyratlığına ukaladan cevaplar patlatıyordum. "Ev telefonunu nasıl kullanıyorsun ekransız, numarayı çevir ara, çalarsa aç". Gelen mesajı da iletmek için gerekli tuş kombinasyonunu ezberlemiştim, o an yanımda kim varsa ona iletip o telefondan okuyordum. Bir müddet böyle idare ettim. Eve de söylenmiyor sizin sermayeyi bağladığınız makineyi çatlattım diye. Canıma tak edince, Gittim Etiler'de Genpa Menpa öyle bir yere. Telefonun ekranını yaptıracağım. Verdim telefonu kıza, baktılar. "Ekran değişecek" dediler. İyi değiştir, kaç para? 63 milyon, telefonun yenisi kaça? 52 milyon. Ben sana daha enaktarın neyini kodlayayım, böyle iş mi olur keriz bulun beraber takılalım? Memnundum da Alcatel'den. Gittim 48'e mi ne, yenisini aldım. Aynından.

Alcatel(2)'yi, aldıktan bir süre sonra halamı görmeye gittiğimde, kanepede uzanmış telefonu halıya yatırayım derken orada bizim kuzenin kızının oynadığı küçük tastaki suyun içine koydum salak gibi. Yarım saat marine oldu senin One Touch. Bir farkettim, panikle pili çıkar, kaloriferde kurut murut. Allahıma çalıştı. Helal lan sana Alcatel, ekran dağıldı çalıştı. İç dış yıkadık çalıştı. Üç dört ay idare ettik ki, bir sabah bizimki Mortingen Strasse. Etiler'deki dalganın yerini biliyorum. Ama bu sefer yemem öyle kolay kolay. Dedim garantisi var bunun, nasıl işse bir sabah aniden sen kapan...Kız aldı (aynı kız), içeri gidildi gelindi. Sıvı kaçmış içine dedi. 40 milyon da masraf. Yemezler, çakalım ya. "Elektronik Mühendisliği'nde okuyorum" dedim her ne kadar Fizik 1'den üç senedir geçememişsem de. Bi bakayım şuna, telefonu gösterdiler, bak görüyormusun regülatör devrede korozyon falan diyor. Regülatörün ne olduğunu bilsem işim ne oralarda? 40 kağıt çok geldi. Gittim öbür kuzenin uzun dikdörtgen Siemens'ini istedim. Iskartaya çıkarmıştı.

Renkli ekran sözde. Renkli dediğimiz de, bizimkisi yeşilimsi ekran üzerine siyah harf ise, bunun yeşilimsi ekran üzerine alacalı bulacalı renkler. Bir de solda bir tuş var, basınca 6 saniye ses kaydı yapıyor. Zaten kuzen de biraz kullanmış, çekmiyor. Uzun ince bir şey. 98 yılına göre iyiydi de, 2000 olmuş sene. Elvis modelinde gezer gibi hissediyorsun o janjanlı ekranıyla. Çekmiyor diyorduk ama 17 Ağustos depreminde Beşiktaş İskelesi'nde insanlara ulaşmaya çalışırken tek başarılı aramayı da bu arkadaş gerçekleştirmişti.

Kendi bütçemle bir telefon alacağım ya, yine ucuza kaçtık mecbur. Marka, kaliteyi bir kenara bıraktık. Fiyat ve özellik katsayısına bakıyoruz. Hop Siemens C35. Ufacık, T9 var. Bir iki çeşit grafik tabanlı öge var. Mesaja kalp malp ekleyebiliyorsun. Herkes birbirine 5110'ları aracılığıyla harflerle üretilmiş kollarını açan ayıcıklar falan gönderiyor SMS yolu ile. Bizim neyimiz eksik?



10 numara telefon idi. Ta ki aldığımın sekizinci gününün sabahında ekranında Japoncamsı karakterler görünüp, kilitlenip bir daha açılmayana kadar. Aldığım yere gittim. "Abi Siemens 15 günde bir geliyor buraya, bence sen götür Kozyatağı'nda Siemens'e. Daha çabuk hallolur" dedi. Kozyatağı'na atladım gittim. Telefoncu abi diyor ama Fizik 1'den hala geçememişiz. Sene 2000 falan. Kozyatağı Siemens'in önünde 75 milyon Siemens mağduru can çekişiyor. Q matic'ten numara alıyorsun, sayaç 17'de sana 430 veriyor. Oturdum bekliyorum. Bir çocuk inleyerek "Abi sakın bırakma makineyi, vermezler geri. Ben iki aydır her gün geliyorum" dedi. 315'ti numarası, imrendim.

O gün sıra geldi bir biçimde. Kıza verdim cihazı. "Siz bunu bırakın biz sizi arayalım"dedi.

"Nasıl arayacaksınız, başka telefonum yok. Benim dünyaynan bağım kopacak"

"Yedek telefon verelim size?"

"Oluur."

Bir makine verdi. Benim ilk 5 telefonumun toplam ağırlığından ve hacminden fazla.

"Hanfendi bu olmaz. 8 günlük telefonun dengi mi bu?"

"Ama kem küm.."

"Şu masadaki telsiz telefonla bir arama yapabilir miyim?"

Ayşen'i aradım. O zaman çıkıyoruz. Böyleyken böyle, bir laf kalabalığı yapsan be hayatım deyip; sekretere verdim hattaki Ayşen'i.

Ayşen cilalıyor. Tüketici haklarıyla ilgili çalışan avukatım. Müdürünüzü bağlayın. Müdür geldi telaşla. Ayşen devam ediyor, elimizde Siemens'le ilgili bir sürü dava zaten var; müvekkilime destek olursanız belki bu mahkemelerde heyete sunacağınız iyi hal örneği olur. Yoksa davalarda zaten yandığınız kadar yanmışsınız. Müdür saygılar sunarak kapattı. Aldı telefonumu, 10 dakika sonra geldi.

"Telefonunuzun işlemcisini bilmemnesini komple değiştirdik. Tuş takımınız da biraz eskimiş. He he, onu da yeniledik. Hediyemiz olsun. Avukat hanıma saygılarımızı iletin lütfen."

Oh. Atladım Kozyatağı'ndan otobüse. Eve gidip Fizik 1 çalışayım. Vize var.

Bir kaç ay sonra, Ali Sami Yen'de İstanbulspor maçı. Ayşen o zaman İzmir'e taşınmış okulu bitirip. İşyerinden eğitim ayarlamış, İstanbul'da. İki arkadaş daha var. Maça gittik. Benim kombine var da, diğerleri için bilet sırasına girdim. Tam sıra bana geldi oh derken, hop bir temas hissettim. Elimi cebime attım telefon olmuş poyraz. Arkamdaki kıpır kıpır elemanı tuttum yakasından. "Ver lan pezevenk." "Abi ne diyorsun." Üstünü bir yokladım, yok telefon melefon. Nerden bileyim. Kuyruğa 3-5 kişi girip, elden ele yaparlarmış tırnaklanan telefonu. Gitti gider.

Hayatım kaymış telefona para vermekten, gittim ikinci elciye. Panasonic GD 52 diye bir şey var. Küçücük, her numarası var. Fiyat da kelepir. Tiko verdim parayı çıktım. Fizik'ten de geçmişim mis. Okul bitene kadar götürdü beni Panasonic. Güreş ata sporudur.




Okul bitti. İzmir'e gittik, bir biçimde hop 482. Ulaştırma Hafif Oto Taburu Ilıca Erzurum. Götürmedim telefonu. Nişanlıyız, aşığım, ayrıyım. Ankesörlünün önüne kurdum tezgahı. Günde yarım saat konuşuyoruz. Sayılı gün nah çabuk geçer. 215 günü de yedik ama. Döndüm. Bizim Panasonic işlemeyen denir hesabı pas tutmuş.

İşe girmişim elim para tutuyor. Gittik Bornova'ya. Sevgilinin çok memnun olduğu Nokia 3510'la girdik bu aleme. İlk kez pazar payı binde birin üstünde olan bir telefonum oluyor boru mu? Şarj aleti derdim bitiyor :)



İki seneden fazla götürdü bizi. Wap'a falan giriyordum, Kızılırmak melodileri indirmişim. İyi taşıdı beni. Hıyarız ya,bir sinir anında aldım çaktım yere. Yüz kere Fizik 1 almışsın, momentum diye bir şey var tabi. Kapak bir yere, pil bir yere. Çalışıyor ama çekmiyor.

Girdik bu sefer Sony Ericsson alemine. Şirketin de inceden sübvansiyonu var ;) Fotoğraf makinesi, bluetooth, kızıl ötesi ne demek öğreniriz peyderpey. T630, hey yavrum hey. Fotoğraf makinesi yalandı, mp3 çalmaz, artırılabilir hafızası yok bilmem ne. Donanım foruma döndürdüm burayı ama iyi telefondu. Nisan ve Güney'in doğduğu gün onunla aldık tebrik mesajlarını.

Konuyu Nisan ve Güney'e bağlamışken burada keseyim. Sonraki post'ta biraz daha SonyEricsson anlatıp bitireceğim. 98'den 2005'e geldik zaten. Bir şey kalmadı.

Saf gibi telefon modellerimi sıralayıp gitmiş olmayayım diye artistik mesajla sonlandırayım tüketim toplumu falan. Anladın mesajı, verdim farzet.







1 yorum:

Unknown dedi ki...

alcatel one touch pocket zamanında canavar gibi telefondu yahu. ben de uzun süre kullanmıştım. o dönemler türkiyede hem titreşim hem de saat/takvim/alarm özelliği olan ilk telefondu. menu navigasyonu da windows start menüye benzerdi, tek tuşla sağ sol yapa yapa her alt menüye ulaşırdın. anteni de çekince uzayan(tanıma gel) tipteydi. arkadaşların şaşkın bakışlarına rağmen anteninden tutup salladım ben o telefonu yıllarca.. hey gidi..