
Sana diyor ki "Okul öncesi eğitim çok önemli."; evet çok önemli. Bence de.
"O yüzden çocuğu erken ve en doğru yaşta doğru okula göndermek gerekir". Süper ya, bal akıyor ağzından.
"Ama devlet olarak biz okul öncesi eğitimle ilgili bir faaliyette bulunmuyor, fiili bir destekte bulunmuyor hatta denetlemiyoruz. Yerse."
Durum bu maalesef. Detaylara girmeye çalışayım. Mümkün olduğunca örnekli ve destekli giderek bu çelişkiyi anlatmaya çalışacağım.
Geçenlerde İsveçli bir arkadaşla konuşuyoruz. Kadının 1,5 yaşında oğlu varmış. İşte bebek, çocuk konuları falan.
....
- Peki Türkiye'de doğum izni ne kadar?
- Doğum öncesi ve sonrası toplam 16 hafta. Normal şartlarda yarısı doğum sonrasında kullanılıyor.
- Yani anneler 8.haftada işe dönmek zorunda?
- Evet
- Peki, çocuklara kim bakıyor? (Bu sorunun yanıtını bugüne kadar hiç bir devlet yetkilisi, Çalışma Bakanı, Kadın ve Aileden sorumlu devlet bakanı düşünmedi sanırım. İşsizlik rekoru kıran bir ülke yahu burası)
- İşte anneanne falan varsa...Yoksa bakıcı. Sizde nasıl durum?
- Çocuk 1,5 yaşına gelene kadar anne izin alabiliyor. Gerçi bir süre sonra maaşından bir miktar kesinti olsa da, yetebilecek bir maaş veriyorlar. Devletin çocuk bakım evleri de 1,5 yaşından itibaren alıyor çocukları.
- Ağlamak istiyorum...
Bakıcılardan yana neler yaşadığımızı bir ara anlatmalıyım. Zor ve sonunda annenin işini bırakmak zorunda kalmasıyla neticelenen bir seneydi.
Nisan ve Güney; uzmanların o yöndeki fikirleri ve bizim de düşüncemiz doğrultusunda 3 yaşını doldurunca okula başladılar. O zaman İstinye tarafında oturuyoruz. Emirgan'dan Sarıyer'e çocukların gidebileceği yaklaşık 20 anaokulunu gezdik fikir almak için.
En başta dediğim gibi konunun devletle uzak yakın ilgisi yok. Tamamı özel anaokulu ve kreşler. Kimisi Sosyal Hizmetler Kurumu'nun denetimine tabi; kimisi Milli Eğitim'in. Fiilen ise olmayan bir denetim. Tamamen, kurumun ve yetkililerinin iyi niyetine tabisin aslında.
Bu okul araştırmalarımızın özeti şunu söylüyor.
1. Okul öncesi eğitim veren kurumların verdiği hizmet, saat açısından genellikle çalışan bir anne-baba için yeterli değil. İlave bir bakıcı ya da anneanne/babaanne desteği gerekiyor.
2. Okul öncesi eğitim kurumları, devletten bir destek görmezlerse kendi yağlarıyla kavrulmaları zor. Ya üst segment özel okullar gibi yüksek fiyat çekmek zorunda kalıyor(ki bu da insanların ödeme gücünü düşününce kar etmiyor) ; o sebeple hizmet kalitesini düşürüyor ya da batıyorlar.
[Büyük özel okulların anaokullarını ele alalım mesela yıllık ücret açısından; ortalama 15 bin TL'den bahsetmek mümkün. (Bir de bu tek çocuğun sadece okul ücreti...Ekstraları varın siz düşünün)
İki çocuk için yıllık 30 bin lira okul ücreti, yemek ve servisle 40 bin'i geçer. Ama bir de bakıcı gerekiyor zira okulun eğitim saatleri bizim iş günümüzü kapsayamıyor. Herkese göre değişir elbet, ama bu bizim için büyük para.]
O zaman, İstanbul'da yüzlerce bulunan küçük ve bağımsız anaokullarına yönelmek gerekiyor.
Onların da çoğu eğitimle az buçuk ilgili bir girişimcinin (genelde kendi çocukları da okulun öğrencisi, zamanında çocuklarıyla ilgili bir çözüm bulamamış insanların alternatif çözümü :) 3-4 anaokulu öğretmeni, 1-2 görevliyle müstakil bir evi kreşe dönüştürerek faaliyet gösteren yerler.
Hadi bunlara mahalle mektebi diyelim, ilk kategorinin de adı Şemsi Efendi Mektebi olsun.
Nisan'la Güney; hiçbirisi bizden kaynaklanmayan sebeplerle eğitimlerinin ikinci yılına üçüncü mahalle mektebinde başladılar. Allahtan uyumlu çocuklar da, bu değişikliklerden karlı ayrılıyorlar. Travma yaşamak şöyle dursun, her değişikliği bir kazanıma-yeni bir çevreye dönüştürmekteler.
Dediğim gibi bu anaokulları genelde maddi sebepler yüzünden istikrar yakalayamıyor. Ki, "Şemsi Efendi Mektepleri" de günün sonunda ticari birer kuruluş olduğu için farklı çap ve ebatta istikrar sorunları yaşıyordur eminim.
Ki çocukları Şemsi Efendi Mektepleri'ne göndermek konusunda da ciddi çekincelerimiz var. Bu yaş grubunda devlete ait alternatif bir eğitim çözümü olmadığı için buraya para ödemeyi sorgulayamıyoruz. Ama yıllarca "Parasız Eğitim" mücadelesi yürütmüş bir anne-baba olarak; özel okullardan yetişen insan profilinin genelini (olumlu binlerce örneğin varlığından eminim, genelleme yapıyorum) başarısız, tüketici ve itici bulan bir kişi olarak "özel okul" kavramını da çok derinden sorguluyorum.
Kısacası, evet abicim bence de 7 çok geç. Lakin ne devlet, ne özel kurumlar ailenin ve çocuğun yararına olabilecek bir çözüm kurgulayamamışlar. Biz de tüm toplumun domuz gribi aşısı karşısında düştüğü çaresizliğin bir benzerini yaşamaktayız. Okul konusuna devam edeceğim...











Hemen parka çıktık ayağımızın tozuyla. Herkes tanıyor beni. Annemi soruyorlar. Tayini çıktı mı diyorlar. Benim akrabalarım. Özendiğim o geniş aile. Mahalleliler, babaannemizin ektiği komşuluğu biçiyorum. Çocuklar geliyor; o an ilk kez tanışıyorum. 10-12 yaşlarındalar. "Yenge, ben şunun gelininin kızıyım, bu da amcamın oğlu. Biz azıcık eğletelim mi sizin çocukları, izin verir misin? Hem sen azıcık oturup dinlenirsin." diyorlar. 1,5 senede bu cümleyi en olması gerektiği gibi kuran ilk kahraman onlar. Olur diyorum. Ve gerçekten öyle güzel eğletiyorlar ki çocukları, kahkaları çınlıyor. İçim rahat, kaydıraktan tutarak kaydırıyorlar, salıncağı usul usul sallıyorlar, cee eee yapıyorlar, ayı, yıldızı, kaydırağı söyletmeye, abla, abi dedirtmeye çalışıyorlar.
Araba ayarlamış baba, gıdik etinden güveç yaptırmış fırına, babaanneyi, güveci alıp çaybağına gidiyoruz. Bir tanıdığın bağ evinin önündeki banka çöküyoruz.
Gıdik dediğin keçi. Ama bu et, güveçte öyle lezzetli ki, biberi, domatesi o kadar pişmeye rağmen hala mis gibi kokuyor. Ekmeğimiz kofti ekmek değil, mis gibi köy ekmeği.



Akşam babaannenin kurnalı banyosunda bol suyla yuğuyorum ikisini, paklıyorum.Yine parka çıkmak istiyorlar. Dedeleri, sapından tutup ittirince çıngır mıngır yapan tekerleklerden almış. Çocuklarla paylaşıyorlar oyuncaklarını. Amma çok ilke sebep oldu burası diyorum kendime.
Öğleden sonra evden araba ile aldırıyor bizi Oğuz Abi. Ben kendimi valiyi ziyarete giden kardeş şehir belediye başkanı gibi hissediyorum.
Bir de hiç o günkü kadar çok mangalda et yemedim. Yenge bir masa kurmuş ki o kadar olur. Mezeleri tatsam doyacağım, tatmasam meraktan çatlayacağım. Rakının suyu da gözeden ki, tadına doyulmuyor. Çemişgezekte herkesin yanında, çocuklardan uzakta olmak kaydıyla gelinler sigara ve rakı içebiliyor.



O leğen çocuklar içinmiş. Dolduruyoruz suyla. Çocuklar çimiyor içinde, suya taş atıyorlar, şişeye su dolduruyorlar.
Sonra İsmet abi, taşlar arasında bir ateş yakıp, üzerinde sadece kekik dökülmüş bir et pişiriyor. Et pişmaniye kıvamında dağılıyor ağızda. Çocuklar Erdem' in elinin iki katı büyüklüğünde et yiyiyorlar, ben ise yediğimi söylemeye utanıyorum. Petek bal getirmiş İsmet Abi, Bir koca peteği de hiç ediyoruz 3 kişi. Ben o güne dek bal yememişim.
Yaşar Babamın yüzündeki o mutluluk ve huzur ifadesini görmüş olmayı seviyorum.
O Çemişgezek' ten yeni nesil bir Aksakal Ailesi geçti demek isterdim ama o denli bir hayal ülkesiydi ki Çemişgezek, bizim hayatımızdan bir Çemişgezek rüyası geçti diyebiliyorum en çok.