18 Ocak 2010 Pazartesi

Kanka

Çok arkadaşım var ne yalan söyleyeyim. Facebook'ta altıyüze dayanmış. Bu Facebook işi ilk çıktığında kiminle nerede tanıştığını da yazıyordu herkeş. İyiydi, "You went to school together" muhabbeti. İsterdim ki kiminle hangi yıl tanıştığını da girebilesin. Bir uygulama da çıksın bunun ortalamasını, en çok sosyalleştiğin yılı falan hesap etsin. Seviyorum istatistiği.
Mecburen göz kararı yaptım bu işi. Evet bir sürü arkadaşım var, ya da olmuş. Çoğu da yeni girmiş hayatına. İş dünyası falan. Güzel bir şey hala insan kazanabilmek. Lakin, çocukluktan buraya taşıdığın arkadaşlar ayrı bir önemli. O halini bildiğin, ve senin o halini bilen kişi sonradan edinilmiyor. Şanslıydık, zira on ila onyedi yaşını tek okulda okumuş olmak müthiş bir şey. Çocukken tanıdığın adamla, adamken de bir arada olabiliyorsun.
Bornova Anadolu'yu kazanmış, heyecanla Hazırlık Sınıfı'na gitmeyi beklerken, okulun açılmasına iki gün kala da bacağımı kırmayı başarmıştım. İnsanların hayatında yeni bir başlangıç yaratan hazırlık sınıfı için ilk 35 gün "Absent"tım sadece. Teaser yaratmak iyidir. Otuzaltıncı gün yürüyemez ama en azından alçısız halimle babam en ön sıraya oturtup gitmişti. Şansa da ilk gün yanına oturduğum arkadaşımla, o seneler boyunca salam samimi olduk. Kanka. Üniversitede bir kaç sene aynı evde yaşadık. Birbirimizin dünyasını, dünya görüşünü şekillendirdik. Benzer hayatlar, benzer ilişkiler yaşadık. Papaz olduk. Az görüştük. Kopmadık ama. Büyüdük. Sonra araya şehirler, ülkeler girdi. Aynı sırada oturup itişirken, aynı evde kalıp kapışırken; sonradan iki saat görüşelim diye ülkeler aşıp orta nokta bulmaya çalıştık. Ben "business" aleminde çabalarken buldum kendimi, o müziğe verdi bünyeyi. Bambaşka hayatlar yaşarken, birbuçuk ay farkla baba olduk.
Yine benzer hayatlar yaşamaya başladık. Bezler, mamalar, ilk adımlar, doğumgünleri, sonra anaokulları. Ben iş toplantısında, o konserde. Eve dönüp akşama aynı ninniyi söylüyorsun neticede. Bu haftasonu, işte bu en eski dostum oğlunu da alıp Türkiye'ye geldi.
Dört yaşımdaki arkadaşlarımdan bugüne taşıdığım dört beş kişi var. Ama hatırlıyorum, dört yaşında insan arkadaşlarını seviyor. Anne-babasının arkadaşlarının çocuklarını da seviyor. Her yerde insanı şaşırtabilen Nisan ve Güney burada şaşırtmadılar bizi. Sarp'ı sevdiler. Sarp da bizimkilerle delice kaynaştı. Dil, büyükler için bir sorundur. Ana dili farklı üç çocuk pek de güzel anlaşabilirler.
Nisan ve Güney, on yaşına benden daha yakınlar. Ama ilginçtir, ben on yaşımı elimle tutacak kadar yakın hissediyorum; sanki onların saati ona yirmi var gibiyken. Ve Sarp'ın babasıyla on-oniki yaşında Alsancak'ta, onyedisinde Taksim'de, yirmisinde eylemlerde, yirmibeşlerde Brüksel'de Stockholm'de sürttüğüm günler dün gibi aklımdayken; Nisan, Güney ve Sarp'ın el ele İstiklal'de dün koşturmuş olması bir mucize kadar uzak geliyor bana.
Haddim değil Nisan ve Güney'e akıl öğretmek. Ama olur da dinlerlerse, erken bulduğunuz arkadaşları kaybetmeyin derim onlara. Hiç bir yaşa geri dönülmüyor, ama bazı yaşları ileri taşımak mümkün. Dostluk sağolsun, otuzumda, on yaşımdaymışçasına bir hafta sonu geçirdim. Hala ayılamadım, onun etkisiyle de bu yazıyı karaladım.

Hiç yorum yok: